DİN EĞİTİMİ
Psikolog Antonie Vergote, Din Psikolojisi
isimli eserinde, çocukların doğuştan din duygusuna sahip olduklarını söyler.
İnsan sadece etten, kemikten ve kandan ibaret maddî bir varlık değildir. Onu
diğer canlılardan ayıran doğuştan sahip olduğu ruh ve duygu zenginliğidir.
İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek, sevilmek, bir inanca sahip olmak, kendisini
değerli ve güçlü hissetmek ister. Bu da ancak bir aileye, bir topluma, bir
vatana ve bir dine bağlı olmakla mümkündür.
Kuralsız toplum
yoktur. Bir toplumu ayakta tutan kurallar bütününe hukuk diyoruz. Hukukun
olmadığı yerde anarşi, kargaşa ve kaba güç vardır. Hırsızlığı, haksız kazancı,
zayıfı ezmeyi, adam öldürmeyi, kısacası cana-mala-namusa tecavüzü yasaklayan
hukuk maddeleri kaynağını dinden almaktadır. Allah’ın elçisi bütün peygamberler
bu kuralları insanlara bildirmek ve toplum düzenini sağlamak için
gönderilmiştir. Helâl-haram, sevap-günah kavramlarını kullanmadan, yani dinî
kaynaklara başvurmadan çocuklara ahlâkî davranışlar kazandırmamız çok zordur.
Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatacağız?
Çocuklar hikaye
ile anlatılan konuları daha kolay ve daha istekli öğrenirler. Allah’ı ve
sıfatlarını öğretirken Lokman(a.s.) ile oğlu arasında geçen konuşmaları hikaye
şeklinde anlatabiliriz. Ben çocuklarıma Peygamberimizi anlatırken çocukları ne
kadar çok sevdiğini torunları Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizden ve kızı
Fatıma anamızdan örnekler vererek hikaye şeklinde anlatmıştım. Keza gösterdiği
mucizeleri anlatırken de hikaye yolunu seçmiştim. Meselâ, sevgili Peygamberimiz
ve Hz. Ebu Bekir hicret için Sevr mağarasına gizlendiklerinde yaşanan örümcek
ve güvercin mucizesini hikaye suretinde anlattığımda, oğlum dört yaşındaydı. O
kadar hoşuna gitmişti ki, “Babacığım, bir daha anlat” demişti.
Lokman’ın(a.s.)
oğluna yaptığı öğütlere baktığımızda ilk sırada “Allah’tan başka ilâh yoktur” inancının geldiğini görüyoruz. “Lokman
oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum, dedi, Allah’a ortak koşma, çünkü bu büyük bir
haksızlıktır” (bkz.
Kur’ân, 31:13). Biz de, bu
âyetten hareketle, çocuklarımıza Allah’ın büyüklüğünü anlatacağız. “Kâinatı,
güneşi, yıldızları, ayı, dünyayı ve üzerindeki bütün canlıları yaratan O’dur.
Dünyanın en güçlü kralına da, küçücük sineğe de can veren O’dur. Allah’tan
başka ilâh yoktur. İbadete ve duaya lâyık ancak O’dur. Ancak Allah’ın önünde
eğilir (namaz kılar) ve gücümüzün yetmediği şeyleri O’ndan isteriz. Eğer
Allah’ı unutur, mal, para ve makam elde etmek için başkalarının önünde
eğilirsek Allah’a ortak koşmuş, büyük bir haksızlık yapmış oluruz.”
Lokman(a.s.)
öğüdüne devamla, “Yavrucuğum, dedi, yaptığın
en küçük bir iş (iyilik veya kötülük) bir kayanın içinde, göklerde veya yerin
derinliklerinde olsa dahi Allah onu görür. Doğrusu Allah’ın her şeyden haberi
vardır.” (bkz.
Kur’ân, 31:16). Biz de
Lokman(a.s.) gibi, çocuklarımıza Allah’ın yaptığımız herşeyi gördüğünü,
aklımızdan ve kalbimizden geçen en gizli duyguları bildiğini, O’ndan hiçbir
şeyi gizleyemeyeceğimizi, iyi şeyler yaptığımızda çok hoşuna gideceğini ve bizi
seveceğini anlatmalıyız.
Sonraki
âyetlerde, Lokman (a.s.): “Yavrucuğum,”
der, “namazı kıl, (insanlara) iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış,
başına gelenlere sabret. İnsanları küçümseyerek onlardan yüz çevirme ve
yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri
asla sevmez. Konuşurken sesini yükseltme, unutma ki seslerin en çirkini
merkeplerin sesidir. Doğrusu bunlar üzerinde durulmaya değer şeylerdir” (bkz. Kur’ân, 31:17-19). Bu âyetlerde hem Allah’a, hem de O’nun
yarattığı insanlara karşı görevlerimiz sıralanmakta; adab-ı muaşeret
kurallarının bir özeti verilmektedir. Bunları çocuklarımıza anlatırken
kelime ve açıklamalarımızı onların yaşına ve anlayışına göre seçmemiz gerekir.
Çocukların her
konudaki sorularına cevap verirken yetişkin mantığı ile değil, çocuk mantığı
ile düşünmeliyiz. Yapacağımız küçük bir hata onların zihinlerini karıştırmaya
yetecektir. Çocuklar dört yaşına kadar ben-merkezci bir düşünceye sahiptir.
Canlı cansız ayırımı yapamazlar; onlara göre herşey canlıdır. Bu sebeple
masallarda geçen olayların tamamına inanırlar, uydurma olduğunu düşünmezler. Okul öncesi
eğitimde masalların ve dinî hikayelerin rolü büyüktür. Masal kahramanlarının
şahsında doğru davranışları öğretmek kolaylaşır. Çocuk kendisini kahramanın
yerine koyar, onunla özdeşleşir.
Çocuklar
yaptığımız basit açıklamalarla yetinir, fazlasını merak etmezler. Bir anne
anlatmıştı: “Dört yaşındaki çocuğum bana, ‘Anne, dedi, neden Allah’ı
göremiyoruz?’ Ben de, ‘gözlerimiz küçük olduğu için Allah’ı göremeyiz,’ dedim.
Kendi kendine mırıldandı: ‘Evet, gözlerimiz küçük olduğu için Allah’ı
göremeyiz.’ Bu cevap ona yetti, başka soru sormadı.” Büyük çocuklara bu
açıklama yeterli olmayabilir. “Niçin Allah’ı göremiyoruz, Allah nerededir, ne
kadar büyüktür?” gibi soruların cevabını vermemiz ve onların şüphelerini ve
zihinlerindeki yanlış imajları düzeltmemiz gerekir. Ben, on yaşında bu soruları
soran oğluma karşılıklı diyalog yoluyla cevap vermiştim. Önümüzde duran masayı
göstererek sordum:
Bu masa kendi
kendine olur mu?
Olmaz.
Yani bunu yapan
biri var, diyorsun.
Evet.
Şu giydiğimiz
terlikler ve ayakkabılar da kendi kendine olmaz, değil mi?
Olmaz.
Onları kim
yapıyor?
Adamlar.
Evet, adamlar
yapıyor. Biz onlara ayakkabıcı diyoruz.
Ayakkabı
kendisini yapan ayakkabıcıya hiç benziyor mu? Ayakkabıcının ağzı, gözü, kulağı,
ayağı, kolu var, yürüyor ve konuşuyor. Ayakkabıya bakıyoruz, kendisini yapan
ustaya hiç benzemiyor, ne gözü var ne de kulağı, ne yürüyebiliyor ne de
konuşabiliyor, değil mi?
Evet.
Basit bir masa
ve ayakkabı kendi kendine olmazken, gökyüzünde gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar
ve üzerinde yaşadığımız şu dünya kendi kendine olur mu?
Olmaz.
Demek onları
yapan, yani yaratan biri var. Kimdir O?
Allah.
Evet, dünyayı
ve üzerinde yaşayan canlıları yaratan yüksek bilgi ve güç sahibi Biri var ve
biz O’na Allah diyoruz. Nasıl ayakkabıcı yaptığı ayakkabıya hiç benzemiyorsa,
Allah da yarattığı varlıklardan hiçbirine benzemez. Yemek, içmek, uyumak, bir
evde oturmak bize mahsus şeylerdir. Allah, bize benzemediği için bunlardan
hiçbirine ihtiyacı yoktur. Allah’ın varlığını biliyoruz, ama O’nu göremiyoruz.
Duyularımız, aklımız ve bilgimiz sınırlı olduğu için herşeyi göremez, herşeyi
duyamaz ve herşeyi bilemeyiz. Allah melekleri nurdan yarattığı için onları da
göremiyoruz.
Küçük
çocukların dil ve zihin gelişimi henüz yeterince olgunlaşmadığı için soruların
amacını tam olarak ifade edemezler. Bir
gün çarşıda dolaşıyordum. Annesinin kucağında, iki-üç yaşlarında bir erkek
çocuğu parmağıyla camiyi göstererek sordu: “Bu ne?” Annesi, “O bir cami,” dedi.
Çocuk tekrar sordu: “Bu ne?” Annesi yine aynı cevabı verdi: “O bir cami.” Çocuk
istediği cevabı alamadığını anlatmak için yine sordu: “Bu ne?” Anne sesini
yükselterek ve kelimelerin üzerine basarak, “O bir cami,” dedi. Anneye
yaklaştım, “Hanımefendi,” dedim, “çocuk caminin adını sormuyor; eve benzemediği
için ne işe yaradığını soruyor.”
“Dört yaşındaki kızım, açlık grevine
başlamış gibi, birdenbire yemek yememeye başladı. Bizimle sofraya oturmuyor,
ağzına bir lokma koymuyordu. Bütün çabalarımıza rağmen sebebini öğrenemedik.
Gece olmuş, yatma saati gelmişti. Kucağıma alıp yatağına götürdüm. Başını
okşayarak, ‘Seni seviyorum, yemek yemeyişin beni üzüyor,’ dedim. Ağlayarak
boynuma sarıldı: ‘Babacığım, ne olur sen de yeme!’ dedi ve çocuk diliyle
sebebini anlatmaya başladı. Meğer eşim, farkında olmadan, bir eğitim hatası
yapmış. Her anne gibi, bizim hanım da çocuğun beslenmesini aşırı önemsediği
için kızım soruyor:
Anne, neden yemek yiyoruz?
Büyümek için.
Büyüyünce ne olacak?
Yaşlanacağız.
Yaşlanınca ne olacak.
Her yaşlı gibi bir gün biz de öleceğiz.
Kızım, o küçük mantığı ile, ölümden
kurtulmanın çaresini yemek yememekte buluyor. ‘Yemek yemesem büyümem,
büyümezsem yaşlanmam, yaşlanmazsam ölmem’ gibi basit bir mantık geliştiriyor.”
Berktin hocanın
da ifade ettiği gibi, biz ne kadar saklasak da çocuk er veya geç ölüm gerçeği ile
yüzleşecektir. Çok sevdiği büyükannesi, büyükbabası veya arkadaşı öldüğünde
bize sormayacak mı: “Büyükannem (veya arkadaşım) nereye gitti?” Vereceğiniz
cevapta ahiret (cennet) inancı yoksa, ayrılık acısıyla dolu o küçük yüreği
nasıl teselli edeceksiniz? Omuzlar üzerinde taşınan bir tabutu görüp sorduğunda
ne cevap vereceksiniz?
Çocuklar
dört-beş yaşına kadar rüya ile gerçeği birbirinden ayıramaz, düşüncelerin ve
hayallerin gerçekleşebileceğine inanırlar. Kardeşini kıskandığı ve içinden
ölmesini arzuladığı zaman, bunun gerçekleşeceğini düşünerek korkar, suçluluk
duygusuna kapılır. Çocuğun
yaramazlığından bıkan bir anne, “Beni çok üzüyorsun, bir gün üzüntüden
öleceğim” diye yakınsa veya “Allah annelerini üzen çocukları sevmez,
cehenneminde yakar” diye korkutsa çocuk bunun gerçekleşeceğini zannederek
paniğe kapılır.
Çocuklara din
eğitimi verirken çoğu aileler farkında olmadan korku objesini kullanırlar.
Salzman tarafından kaleme alınan ve Yengeç Kitap olarak bilinen bir eğitim
klasiğini Çocukları Kötü Eğitmenin Yolları adıyla çevirmiştim. “Çocukları Dinsiz Yapmanın Yolları” başlığı
altında şu tavsiyeler yer alıyordu:
Zorla dua
ezberletin, ezberleyemediği zaman cezalandırın.
Yaramazlık
yaptığı zaman Allah’ın onu cehennemde yakacağını söyleyerek korkutun.
Din adamlarını,
dindar akrabalarınızı ve komşularınızı çekiştirin, yaptıkları hataları sayarak
gözden düşürün.
Salzman,
çocuklarına söz geçiremeyen beceriksiz bir annenin hikayesini anlatırken de
şöyle der: Bu ahmak kadın çocuklarını üç şeyle korkutarak sindirmeye çalışırdı:
öcü, baba ve Allah. Çocukları yatmaya zorlamak için, “Yatın çabuk, kapatın
gözlerinizi, yoksa öcüler gelir sizi yer,” derdi. Yaramazlık yaptıkları zaman,
“Allah annesini üzen çocukları cehenneminde yakar,” diye korkuturdu. Bir suç
işleyen veya yalan söyleyen çocuğu tehdit eder, “Baban akşam gelsin görürsün
sen, temiz bir dayak ye de aklın başına gelsin,” derdi.
Çocuk eğitiminde davranışlarımız
sözlerimizden daha etkilidir.
Bir gün ailece
yaşlı bir akrabamızı ziyarete gitmiştik. Hoş beş ve çay faslından sonra sıra
namaz kılmaya geldi. Biz namazda iken dört yaşındaki oğlum gelip sırtıma çıktı,
kollarıyla boynuma tutundu. İkimiz de buna alışığız. Peygamberimizin çocuk
sevgisini anlatırken Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin dedeleri namazda iken
sırtına tırmandıklarını, Peygamberimizin buna ses çıkarmadığını, böyle birlikte
namaz kıldıklarını anlatmıştım. O günden sonra, kimbilir belki de kendisini Hz.
Hasan veya Hüseyin yerine koyarak, ben namazda iken gelip sırtıma tırmanır,
elleriyle boynuma tutunur, böylece birlikte secdeye varırız. “Ne yapıyorsun?”
diyenlere de “Babamla namaz kılıyorum” der. Biz oğlumla son rekatta iken,
namazını bitiren yaşlı akrabamız hışımla çocuğu sırtımdan alıp odadan dışarı
çıkardı ve kapıyı kapattı. Bana, “Bu namaz olmadı, yeniden kılacaksın!” dedi.
Güldüm. “Yapma Hacı Amca, dedim, Peygamberimizin namazını bozmayan birşey neden
benim namazımı bozsun.” Ne demek istediğimi anlamadı tabiî. “Neymiş
Peygamberimizin namazını bozmayan şey?” dedi kızarak. Ben de anlattım, ama aklı
yatmadı. “Olmaz öyle şey, nereden uyduruyorsun bunları!” dedi.
Çocuklara Cenneti Olan Allah’ı Anlatmalıyız
Bir akşam bir
komşumuz telefon etti. “Ali bey, bizim çocuğa bir haller oldu, nazara geldi
herhalde, şeytan ağza alınmayacak şeyler söylettiriyor” dedi. “Hayırdır, hele
anlat bakayım” dedim. Anlatmaya başladı: “Ah sormayın, benimle birlikte namaz
kılan, camiye giden bu güzel çocuğa neler oldu anlamıyorum. Gerçi yaşı daha
küçük, dört yaşında, ama söylediği şeyler aklımı başımdan aldı, ne diyeceğimi,
ne yapacağımı şaşırdım. ‘Ben namaz kılmayacağım!’ diye tutturdu. ‘Olur mu,
Allah namaz kılmayanları cehenneminde yakar’ dedim. ‘Ben de onu yakarım!’ demez
mi? Şaşırdım kaldım. Aklıma bir hocaya götürüp okutmak geldi, ama gitmeden önce
size bir danışayım dedim.”
Komşuyu
dinledikten sonra güldüm.
Hocaya filan
götürmenize gerek yok, dedim, çocuk haklı.
Böyle bir cevap
beklememiş olacak ki, tepkisi sert oldu.
Ne diyorsunuz siz,
Ali bey?
Küçük çocukları
cehenneminde yakan Allah’ı hangi çocuk sever ve içinden gelerek namaz kılar?
Çocuğu cehennemle korkutmaya ve Allah’tan soğutmaya ne hakkınız var? Çocuklara
cehennemin kapalı olduğunu bilmiyor musunuz? Peygamberimiz buyuruyor ki: ‘Buluğa erinceye kadar çocuktan ve akıl
hastasından kalem kaldırılmıştır.’ Çocuğu cehennemle korkutarak hem
Allah’a, hem çocuğa haksızlık ediyorsun. Çocuğun tepkisi gerçek Allah’a değil,
senin uydurduğun Allah’a. Bu vebalin altından nasıl kalkacaksın?” Çocuk adına çok
üzüldüğüm için sözlerim sert olmuştu, bunun farkındaydım, ama kendimi
tutamamıştım. Adam bir müddet sustuktan sonra:
Ali bey, kusura
bakmayın, aklım iyice karıştı... dedi. Ben hocalardan Peygamberimizin
“Çocuklarınızı yedi yaşından itibaren namaza alıştırın,” dediğini duydum.
İyi de
kardeşim, cehennemle korkutarak alıştırın dememiş ki!..
Haklısınız
galiba... Peki, ne olacak şimdi? Hatamı nasıl tamir edeceğim?
Çocuğunuzun
terapiye ihtiyacı var, gelin de bunu nasıl yapacağımızı konuşalım.
Baba iyiniyetli
ve söz dinleyen biri olduğu için verdiğim tavsiyeleri yerine getirdi ve çocuğun
bozulan itikadı kısa zamanda düzeldi.
Çocuklarda Ölüm Korkusu
Araştırmalar,
okul öncesi çocuklarda ölüm korkusunun çok baskın oldğunu göstermektedir. Öncelikle
anne babasının, daha sonra kendisinin öleceğinden korkar. Ölüm korkusunun tek
çaresi ahiret inancıdır. Ölümü öldürüp
kabir kapısını kapatamadığımıza göre, “Nereden geldik, nereye gideceğiz?”
sorusuna cevap bulmak zorundayız. Bu sorunun cevabı da İslâm inancında vardır.
Bir gün bir
hanım okuyucum telefonla beni aradı. Ağlamaklı bir sesle, Ali bey, annemi
kaybettik, dedi.
Annemin
öldüğüne fazla üzülmüyorum, iyice yaşlanmıştı, kendini zor taşıyordu.
Namazında, niyazında, iyi bir insandı. Çok defa, ‘Allahım beni çocuklarıma yük
etme, yatağa düşürmeden emanetini al, beni Hasanıma kavuştur’ diye dua ettiğini
duydum. Hasan derken ölen babamı kastediyordu. Babamı üç sene önce kaybettik.
Sözü fazla uzatıp başınızı ağrıtmak istemiyorum. Dört yaşındaki kızım için
arıyorum. Büyükannesini çok severdi. Annem ölünce, kızımı hemen götürüp
teyzesine bıraktım. Annemin hasta olduğunu söyledik, öldüğünü bilmiyor. Uzun
süre saklamamız imkânsız, bir şekilde bir yerlerden duyacak veya nereye
gittiğini soracak. Ne cevap vereceğimi, nasıl anlatacağımı bilemiyorum; bana
yardımcı olun lütfen.
Tekrar
başsağlığı ve sabır diledim.
Siz inançlı bir
insansınız, dedim. Bir-iki gün sonra acınız hafifleyince çocuğunuzu yanınıza alın.
Ona büyükannesinin öldüğünü, fakat cennete gittiğini, orada daha güzel bir
hayat yaşayacağını anlatın.
Anne biraz
tereddüt geçirdikten sonra:
Ben de buna
benzer şeyler anlatmayı düşünmüştüm, dedi. Ancak, “Büyük annemi bir daha
göremeyecek miyim?” derse ne cevap vereceğim?
-Çocukların
sorularına cevap verirken dürüst olacağız. Detaylara girmeden, kısaca,
anlayacağı kelimelerle cevap vereceğiz. Nasıl inanıyorsak öyle anlatacağız.
İnancımıza göre, ahirette yine biraraya geleceğiz, akrabalık ve dostluk ilişkilerimiz
devam edecek. Siz de çocuğunuza bunları anlatın. Büyükannesiyle cennette
buluşacağını, yine kendisini seveceğini söyleyin.
Çocuğun din
eğitimini bir makaleye sığdıramayacağımızı siz de takdir edersiniz. Çocuklardan
gelen, cevaplamakta zorluk çektiğiniz soruları elektronik posta adresime
gönderebilirsiniz; elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağımdan emin
olabilirsiniz.
Alman Pilozof
Prof. Jürgen Habermas, iletişime dayalı eğitim teorisinin savunucularından.
İletişim araçlarının ekonomiden başlayarak eski hayat düzenini değiştirdiğini
söyleyen Habermas, eğitim alanında yeni teoriler ortaya koyuyor. Bugünün
gençleri; emreden, mecbur tutan bir yaklaşımla eğitilemeyeceğini eğitimciler,
anne ve babalar artık görüyor, görmek zorunda. Eğitim anlayışımızı değiştirmeye
mecburuz. Emreden, cezalandıran sistem artık
başarısız. Esasen eğitimde ceza, her zaman sevimsizdir, mümkün oldukça kaçınmak
gerekir. En eğitimci olan peygamberimiz (s.a.v) çocukları hiç dövmemiş. Eğitim alanında
ödül, her zaman cezadan daha etkilidir, ilgi, iltifat ve takdir, çocuğu olumlu
yönde etkiler.
Başarılı bir
yazarın şu cümlesini hiç unutmam: "Hayatta
takdir edilme hissi kadar hiçbir şeyin açlığını çekmedim."
Sanatçıların alkışlardan neden çok hoşlandıklarını, takdir edilme ve beğenilme
duygusu ile açıklayabiliriz. Aynı gerçek
çocuk eğitiminde de önemlidir. Çocuk; anlaşılmak ve keşfedilmek ister, ilgi
görmeyi ve önemsemeyi arzu eder.Eğitimcilerin
yapması gereken en önemli iş, çocuk ruhunun keşfidir. Onları anlamak çok mühim.
Çocukların önemsenmesi, duygu düşünce ve isteklerinin dikkate alınması, adam
yerine konması çok önemli. Onların ayrı ve önemli birer varlık olduklarını
kabul etmemiz lazım. Çocuk ruhunun en önemli ihtiyacı budur.
1. Her şeyden önce bir sohbet ortamı
meydana getirmeli ve problemi masaya yatırmalı. Problemin anlaşılması
sağlanmalı. Eğitim bir çeşit matematik problemi çözmektir. Anlaşılmayan
problem, çözülemez.
2. Çocuğu dinlemeli ve onu anlamaya
çalışmalı.
3. Konuşurken sözünü kesmeli ve
gereksiz müdahalelerde bulunmamalı. Ne istediğini ve neden istediğini tesbit
etmeli.
4. Sonra kendi düşüncelerimizi ve
tekliflerimizi söylemeliyiz.
5. Sohbetin dostça bir ortamda, dostça
sürdürülmesi şart.
6. Baba, anne ve öğretmen olmak sohbet
sırasında önemli olmamalı. Önemli olan argumanlar, gerçekler, fikirlerdir.
"Benim
dediğim olacak, burada kuralları ben belirlerim, seni ben besleyip büyüttüm,
harçlığını ben veriyorum, o halde benim dediklerimi yapmak zorundasın."
7. Çocuğa zorla bir şeyi kabul ettirmek
yerine, birlikte onun beğeneceği bir çözüm üretmek için çaba harcamalıyız.
Çözüm üretimine çocuk da katılmalı, onun düşünceleri dikkate alınmalı.
8. Eğer çocuk, güçlü argumanlar ileri
sürer, mantıklı ve tutarlı fikirler söylerse bunları onaylamak ve kabul etmek
gerekir. "sen ne anlarsın, senin yaşın kaç? Daha aklın ermez."
şeklinde bir tutum takınmamalı. Bu tavır, çocuğu adam yerine koymadığımızı, ona
önem vermediğimizi, hatta küçüm-sediğimizi gösterir. Halbuki önemli olan
ço-cuktur, onun düşünce ve projeleridir.
9. Sohbet sırasında çocuğun
benimse-yebileceği bir çözüm bulunmalı. Emredici, otoriter bir tavır yerine,
danışmanlık ve rehberlik yapan dostça bir tavır takınmak gerekir.
10. Çocuğun çözüme katılması ve
sorumluluk alması sağlanmalı. Çocuk, bunlar bana dikte ettirildi, aslında ben
bunları yapmak istemiyorum, düşüncesine kapılmamalı.
En Önemlisi
Kanaatimce en
önemli şey; çocuğa şunları söyelemek ve davranışlarımızla bunu göstermek:
"Yavrucağım,
ben senin dostunum; senin başarılı ve mutlu olmanı istiyorum. Hayat senin,
önemli olan sensin. Sen başarılı olsan da olmasan da ben senin yanındayım. Beni
her zaman arkanda bulacaksın. Sana her hangi bir şarta bağlı olarak yardım
etmiyorum, senden bir karşılık beklemiyorum, seni sevdiğim için yardım etmek
istiyorum. Hiçbir anne ve baba, hiçbir öğretmen çocuğu kıskanmaz. Aksine onun
kendisinden daha başarılı olmasını ister. Yavrucuğum, ben
sadece senin başarılı ve mutlu olmanı istiyorum. Seni seviyorum ve beğeniyorum,
her zaman elimden geldiğince sana yardım edeceğim."
Çocuk eğitimi
her zamankinden daha zor hale geldi. Medya, firmalar, mal satmak isteyenler
çocuğu müşteri olarak görüyor. Reklâmlarla çocuklar ve insanlar zaaflarından
yakalayarak avlanıyor. Birçok malın reklamı çocukları hedef alıyor.
Bilgisayarlar, internet oyunları, tv programları çocukların daha fazla
dikkatini çekiyor.
Her şeye rağmen
çocuk, anne ve babaya fıtrî bir şekide bağlıdır. Onları kendisinin dostu
olduğunu ve kendisi için çalıştırdıklarını bilir. Çocuk eğitiminde motivasyon
çok önemli. Çocuğun iç dünyası çok mühim.
Çocuğumuzu
ciddiye almalıyız. Onun duygu ve düşüncelerini öğrenmeliyiz. Makul ve güzel
şeyler düşünüyorsa desteklenmeli, illâ da kendi düşüncelerimizi ve
isteklerimizi kabul ettirmek için ısrar etmemeliyiz.
Anne ve baba,
öğretmen ve büyüklerin bir hedef belirlemesi yeterli değildir. Önemli olan
çocuğun belirlediği hedeftir. Yapılması istediğimiz şeyi, çocuğun istemesini
sağlamalıyız. Bu konuda çocuğumuzu konuşarak ikna etmeliyiz.Eğitimci, bir şeyin
yapılmasını emreden hükümdar değildir. O dosttur, arkadaştır, rehberdir, yol
arkadaşıdır, zora düşüldüğü zaman yardıma koşulan güvenilir bir dosttur.
Oysa maneviyat
kendine güvenin, faziletlerin, ahlâkın ve aidiyet hissinin üzerinde yükseldiği
esas temeldir. Hayata yön ve anlam veren odur. Biz çocuğumuz doğduğu anda
onunla bir sözleşme imzalamış oluyoruz. Bu sözleşme gereği, çocuğumuzun manevî
yeteneklerini anlaması ve bu yeteneklerini akıllıca kullanabilmesi için ona
yardımcı olmak durumundayız.
Bütün çocuklar,
kendi dünyaları hakkında içsel bir merakla hayata açar gözlerini. Doğuştan
sezgiye açık bir yapıları vardır. Ebeveyn olarak bizler, çocuklarımızın bu
kıymetli ruh hallerini sözlerimizle, hareketlerimizle ve dikkatimizle
besleyebiliriz. Nerede merak duygusu varsa, orada maneviyat vardır. Öyleyse,
anne baba çocuğunun merak duygusunu köreltmeyecek şekilde, hatta onu sürekli
kışkırtacak tedbirler eşliğinde yetiştirmek zorundadır.
Hayatı bir dua,
ruhî bir yolculuk olarak yaşarsak, sıradan diye baktığımız her şey mucizeye
dönüşür. Gündelik hayatın karmaşasına son verdiğimizde ve çocuğumuzun da zevk
almasını sağlayarak küçük anları yüceltebildiğimizde, onların merak ve sezgiye
dayalı ruhlarını onaylamış ve beslemiş oluruz.
“Bu nasıl
olacak? Benim hiç zamanım yok” diyen anne babalar, içiniz rahat etsin. O kadar
zor değil tüm bu söylediklerimi yapmak. Dışarıda çalışan iki çocuk, üç çocuk
sahibi hanımlar, sizesesleniyorum. Benim önerilerim her türlü ailede, her türlü
ev ortamında uygulanabilecek basit iş parçalarından oluşuyor. İşte size 5
öneri:
1- Çocuğunuzu Dinleyin:
Çocuklar
kendilerine ruh üfleyen Ruh’la teması yeni olduğu için doğuştan bilgedirler.
Eğer onların içine doğan şeyleri dinler ve değer verirsek, çocuklarımız
ruhlarıyla temas kurma yeteneklerini pekiştirirler. Bir çocuk “Kendimi iyi
hissetmiyorum anne” dediği zaman, onunla daha derin bir ilişki kurmanın ve
kendisini iyi hissetmemesinin nedenini bulmanın zamanı gelmiş demektir.
Çocuğumuzu dinlemek, sadece onun en derin hislerinin onaylanmasına yardımcı
olmaz, aynı zamanda bizim de zevkli, kendi iç dünyamızı daha iyi görmemize
yarayan ilham verici bir şeyler yaşamımızı sağlar. Ben çocuklardan çok şey
öğrendim. Onları dinlemeye vakit ayırın. Akşam çocuğunuz uykuya dalmadan önce,
parkta birlikte yürürken, sabah kahvaltıda, sadece ikinize ayırdığınız özel bir
vakitte olabilir bu. Tüm konuşmayı kendiniz yapmayın. Onun ne dediğine kulak
verin. Emin olun ki, ağzından çıkan sözler sizi çok şaşırtacak.
2- Sıradan Olana Anlam Katın:
Bugünden
başlayarak gündelik hayatınıza çocuğunuzla birlikte özel bir anlam katın.
Sadece bulaşık yıkamak yerine, sabun kabarcığında yolculuk eden meleği görün.
Akşam yemeğinde çocuğunuzla birlikte birkaç tane hurma yiyin. Ruha temas
edebilmenin tesirli yollarından biri de müziktir. Çocuğunuzla ruha yükseklik
hissi veren müzikler dinleyin. Böylece kısa zamanda çocuğunuz, ruhunu neyin
ferahlattığını kavrayacaktır. Apartman hayatı yaşıyorsanız, çocuğunuzun hayal
dünyasını beton duvarlar arasında katılaştırmamak için pencerenize konan kuşu
gösterin ona. Sık sık dikkatini ağaçlara, yapraklara, göğe, bulutlara ve
rüzgara çekin. Onun hayal dünyasından taşırdıklarını, gerçeklik takıntısıyla
parça parça etmekten kesinlikle uzak durun.
3- Esnek Bir Yapı Oluşturun.
Adı üstünde
çocuklar kendi başlarına düzen oluşturamazlar. Dünya onlara tahmin edilemez bir
yerolarak görünür. Yaşantınızı iyice gözden geçirirseniz, çocuğunuzun hayatında
neyi sıkılaştırıp neyi gevşetmeniz gerektiğini görebilirsiniz. Yedi yaşındaki
bir çocuk, “Kendimi bir hapishanede gibi hissediyorum. Herkes bana ne
yapacağımı anlatıyor. Servis şoförü bile nereye oturacağımı söylüyor” diyerek
bana dert yanmıştı. Buradaki hassas nokta, çok katı olmayan, ama güvenliği de
elden geldiğince göz önüne alan, çocuğunuzun rahat hareket edebileceği esnek
bir yapı oluşturmaktır. Esneklik, çocuğun maneviyatı kadar şahsiyeti için de
çok önemli bir ilkedir. Göreceksiniz, çocuğunuza kendi beklentilerinizi ve sınırlarını
açıkça ifade ettiğinizde, her şey daha güven içinde yürüyecektir. Tabii
esnekliğe bir parça eğlence de eklemeniz gerekiyor. Bu konuda kafanız çok net
değilse, çocuğunuza danışabilirsiniz.
4- Çocuğunuz İçin İyi Bir Ayna Olun.
Siz çocuğunuz
için bir aynasınız. O aynada siz gündelik hayat ile maneviyatı
buluşturabildiğiniz ölçüde, çocuğunuz için iyi örnek olacaksınız. Yaptığınız ya
da söylediğiniz her şey, sahip olduğunuz her tutum ve tavrınız, sesinizin tonu,
ifade biçiminiz, bunların hepsi çocuğunuza dünyanın nasıl bir şey olduğu ve
sizin onunla nasıl bir ilişki kurduğunuzu anlatır. Çocuğunuzun gözünde dış
dünyanın aynası da, sizsiniz. Hatta kendisini de sizin aynanızda görür. Eğer
çocuğunuz karşısında ruhuyla rahat ve uyumlu bir ilişki kurmayı başarmış bir
ebeveyn görürse, muhtemelen kendisi de öyle olacaktır. Allah ve inançlarınızla
ilgili bilgi ve hislerinizi onunla gerektiği ölçüde paylaşırsanız, çocuğunuz
bunu kendisine model alacaktır. Çocuğunun Rabbiyle iyi ilişkiler geliştirmesini
isteyen bir ebeveyn, bunu önce kendisinde görünür kılmalıdır.
5- Her Yeni Günü Yeni Bir Başlangıç Yapın.
Her yeni günü
yeni bir başlangıç yapın. Ebeveyn olarak her yeni güne taze bir başlangıç
yapmak sizin elinizdedir. Fakat kendinizi hazır hissetmediğiniz, canınızın bir
şeye sıkıldığı zamanlarda, çocuğunuza karşılıksız maneviyat pompalamaya
kalkışmayın.
Ruh her zaman
hareket halinde olmaktan zevk alır. Çocuklarımız ve kendimiz için affedici
olmak, daima ruhumuzu hareket ettiren ve ona nefes aldıran yaşama gücümüzdür.
Dolayısıyla biricikçocuğunuzla birlikte olmanın tadını çıkarın. Onları sıkıca
sarın, ruhunuzun sıcaklığını onlara aktarın. Ne kadar biz onlara bir şey
öğretiyor gibi görünüyorsak da, asıl onlar bizim öğretmenimizdir. Doğal bir
hikmet vardır hallerinde. Onlar bizim unuttuğumuz şeyleri görür ve bize
hatırlatırlar.
Değerli anne
babalar! Çocuklarınızın ruhlarıyla temas halinde kalmalarına yardımcı olalım.
Böylece hem onlar zaman içinde ruhlarını yitirmemiş olur, hem de biz kendi
ruhumuzla temas kurmuş oluruz
Fazla Baskı Çocuğu Pısırıklaştırır
Gevşek tutum
nasıl zararlıysa aşırı baskıcı tutum da bir o kadar olumsuz sonuçlar doğurur.
Çocuklarına karşı baskıcı ve otoriter tutum sergileyen anne-babalar bir şekilde
çocuğun kişiliğini hiçe saymış olurlar. Bu tarz davranış modelinde anne-baba,
çocuğu kendi dünyalarında yaşattıkları ideal kalıplara sokma niyetinde
bulunduğundan davranışlarını sıkı bir kontrol altına alırlar. Onun her türlü
davranışına müdahale edilir, sık sık eleştirilir, kendi duygu ve düşüncelerine
değer verilmez. Ne de olsa anne ve baba her şeyin en iyisine onun adına karar
vermişlerdir. Böyle yaklaşım karşısında çocuk ilk etapta dirense de zamanla
boyun eğme eğilimindedir. Duygularına ve isteklerine önem verilmediğini
görünce, bunları içinde tutup duygu ve düşüncelerini bastırabilir.
Eleştirmek Yerine Bilgi Verin
Anne ve babanın
çocuğu sürekli eleştiriyor olması onu çekingen yapar. Çocuk, attığı her adımda
yanlış yapma korkusuna bürünür. Hassas, kırılgan, hastalıklı kişilik yapısına yatkın
hale gelir. Aşağılık duygusu üst seviyede, kendine güveni az, pasif, zorluklar
karşısında teslimiyetçi ve kendini ifade etmede zorlanan bir yapıya sahip
olabilir.
Çocuk, odasının
ışığını açık unuttuğunda, “Sana kaç defa söyledim, ışığı açık bırakma diye”
şeklinde azarlamaktansa, “Ayşe, odanın ışığı açık kalmış” şeklinde bilgi
verebilir, her türlü olumlu ve güzel uyarılara rağmen kapatmayı unutuyorsa
odasının çıkışına, “Lütfen ışığı kapatmayı unutma!” gibi bir not
yapıştırabilirsiniz. Ayrıca ‘sen’ dili yerine ‘ben’ dilini kullanarak, “Işığın
açık kalması beni çok üzüyor” gibi ifadelerle davranışının sizdeki yansımasını
dile getirebilirsiniz. Çocuğu olumlu yönlendirmelerle eğitmenin yollarını
aramalısınız.
Çocuğunuza
davranış modelinizde baskı ve otorite hakimse onun başkaları tarafından kolayca
kandırılabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Zira, anne-babası tarafından sürekli
cezalandırılan, suçlanan ve her davranışına müdahale edilen çocuklar, kendisine
ait kişilik özelliği geliştiremiyor. Zamanla kim, nereye çekse o yana
yöneliyor. Saldırgan ebeveyn tutumu karşısında çocuk korkutulmuş, sindirilmiş
ya da isyankâr bir kişilik modeline bürünebiliyor.
Küçük notlar
1- Anne ile
baba öyle bir duruşa sahip olmalı ki çocuk, her an onları yanında hissetsin, hem
de ebeveynini hiç görmeyerek kendini özgür hissedebilsin.
2- Çocukların
korkak olmaması için, onlara sihirden, büyüden, peri masallarından, Kaf
Dağı’nın ardındaki devden, kötü kalpli cadıdan bahsetmeyelim.
3- Çocuğumuzun
inatçılık yapmamasını istiyorsak onun her isteğini yerine getirmeyelim. Zamanla
her isteğini almaya alışabilir ve istekleri yerine gelmediğinde inatlaşabilir.
Yalnızca haklı isteklerini reddetmeyelim. (Ali Çankırılı)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder