DİN EĞİTİMİ




DİN EĞİTİMİ


Bazı eğitimciler çocuklara küçük yaşlarda din eğitimi vermenin laikliğe aykırı olduğunu, ancak ergenlik çağına geldiğinde hür iradesi ile buna kendisinin karar vermesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Bu görüş, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ateist bir anne veya baba din eğitimine karşı olsa bile çocuğunu içinde yaşadığı toplumdan soyutlayamaz. Zira çocuk, yetişkinler gibi peşin yargılara sahip değildir. Çevresinde gördüğü herşeyle ilgilenir, öğrenme isteğiyle doludur, tarafsız bir gözlemcidir. İlk defa duyduğu ezan sesini yahut ilk defa gördüğü caminin ne olduğunu sorup öğrenmek isteyecektir.

Psikolog Antonie Vergote, Din Psikolojisi isimli eserinde, çocukların doğuştan din duygusuna sahip olduklarını söyler. İnsan sadece etten, kemikten ve kandan ibaret maddî bir varlık değildir. Onu diğer canlılardan ayıran doğuştan sahip olduğu ruh ve duygu zenginliğidir. İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek, sevilmek, bir inanca sahip olmak, kendisini değerli ve güçlü hissetmek ister. Bu da ancak bir aileye, bir topluma, bir vatana ve bir dine bağlı olmakla mümkündür.

     Kuralsız toplum yoktur. Bir toplumu ayakta tutan kurallar bütününe hukuk diyoruz. Hukukun olmadığı yerde anarşi, kargaşa ve kaba güç vardır. Hırsızlığı, haksız kazancı, zayıfı ezmeyi, adam öldürmeyi, kısacası cana-mala-namusa tecavüzü yasaklayan hukuk maddeleri kaynağını dinden almaktadır. Allah’ın elçisi bütün peygamberler bu kuralları insanlara bildirmek ve toplum düzenini sağlamak için gönderilmiştir. Helâl-haram, sevap-günah kavramlarını kullanmadan, yani dinî kaynaklara başvurmadan çocuklara ahlâkî davranışlar kazandırmamız çok zordur.

 

Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatacağız?

       Çocuklar hikaye ile anlatılan konuları daha kolay ve daha istekli öğrenirler. Allah’ı ve sıfatlarını öğretirken Lokman(a.s.) ile oğlu arasında geçen konuşmaları hikaye şeklinde anlatabiliriz. Ben çocuklarıma Peygamberimizi anlatırken çocukları ne kadar çok sevdiğini torunları Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizden ve kızı Fatıma anamızdan örnekler vererek hikaye şeklinde anlatmıştım. Keza gösterdiği mucizeleri anlatırken de hikaye yolunu seçmiştim. Meselâ, sevgili Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir hicret için Sevr mağarasına gizlendiklerinde yaşanan örümcek ve güvercin mucizesini hikaye suretinde anlattığımda, oğlum dört yaşındaydı. O kadar hoşuna gitmişti ki, “Babacığım, bir daha anlat” demişti.

   Lokman’ın(a.s.) oğluna yaptığı öğütlere baktığımızda ilk sırada “Allah’tan başka ilâh yoktur” inancının geldiğini görüyoruz. “Lokman oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum, dedi, Allah’a ortak koşma, çünkü bu büyük bir haksızlıktır” (bkz. Kur’ân, 31:13). Biz de, bu âyetten hareketle, çocuklarımıza Allah’ın büyüklüğünü anlatacağız. “Kâinatı, güneşi, yıldızları, ayı, dünyayı ve üzerindeki bütün canlıları yaratan O’dur. Dünyanın en güçlü kralına da, küçücük sineğe de can veren O’dur. Allah’tan başka ilâh yoktur. İbadete ve duaya lâyık ancak O’dur. Ancak Allah’ın önünde eğilir (namaz kılar) ve gücümüzün yetmediği şeyleri O’ndan isteriz. Eğer Allah’ı unutur, mal, para ve makam elde etmek için başkalarının önünde eğilirsek Allah’a ortak koşmuş, büyük bir haksızlık yapmış oluruz.”

   Lokman(a.s.) öğüdüne devamla, “Yavrucuğum, dedi, yaptığın en küçük bir iş (iyilik veya kötülük) bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde olsa dahi Allah onu görür. Doğrusu Allah’ın her şeyden haberi vardır.” (bkz. Kur’ân, 31:16). Biz de Lokman(a.s.) gibi, çocuklarımıza Allah’ın yaptığımız herşeyi gördüğünü, aklımızdan ve kalbimizden geçen en gizli duyguları bildiğini, O’ndan hiçbir şeyi gizleyemeyeceğimizi, iyi şeyler yaptığımızda çok hoşuna gideceğini ve bizi seveceğini anlatmalıyız.

    Sonraki âyetlerde, Lokman (a.s.): “Yavrucuğum,” der, “namazı kıl, (insanlara) iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. İnsanları küçümseyerek onlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Konuşurken sesini yükseltme, unutma ki seslerin en çirkini merkeplerin sesidir. Doğrusu bunlar üzerinde durulmaya değer şeylerdir” (bkz. Kur’ân, 31:17-19). Bu âyetlerde hem Allah’a, hem de O’nun yarattığı insanlara karşı görevlerimiz sıralanmakta; adab-ı muaşeret kurallarının bir özeti verilmektedir. Bunları çocuklarımıza anlatırken kelime ve açıklamalarımızı onların yaşına ve anlayışına göre seçmemiz gerekir.

 

 Sorulara Çocuk Mantığı ile Yaklaşmalıyız

 

Çocukların her konudaki sorularına cevap verirken yetişkin mantığı ile değil, çocuk mantığı ile düşünmeliyiz. Yapacağımız küçük bir hata onların zihinlerini karıştırmaya yetecektir. Çocuklar dört yaşına kadar ben-merkezci bir düşünceye sahiptir. Canlı cansız ayırımı yapamazlar; onlara göre herşey canlıdır. Bu sebeple masallarda geçen olayların tamamına inanırlar, uydurma olduğunu düşünmezler. Okul öncesi eğitimde masalların ve dinî hikayelerin rolü büyüktür. Masal kahramanlarının şahsında doğru davranışları öğretmek kolaylaşır. Çocuk kendisini kahramanın yerine koyar, onunla özdeşleşir.

     Çocuklar yaptığımız basit açıklamalarla yetinir, fazlasını merak etmezler. Bir anne anlatmıştı: “Dört yaşındaki çocuğum bana, ‘Anne, dedi, neden Allah’ı göremiyoruz?’ Ben de, ‘gözlerimiz küçük olduğu için Allah’ı göremeyiz,’ dedim. Kendi kendine mırıldandı: ‘Evet, gözlerimiz küçük olduğu için Allah’ı göremeyiz.’ Bu cevap ona yetti, başka soru sormadı.” Büyük çocuklara bu açıklama yeterli olmayabilir. “Niçin Allah’ı göremiyoruz, Allah nerededir, ne kadar büyüktür?” gibi soruların cevabını vermemiz ve onların şüphelerini ve zihinlerindeki yanlış imajları düzeltmemiz gerekir. Ben, on yaşında bu soruları soran oğluma karşılıklı diyalog yoluyla cevap vermiştim. Önümüzde duran masayı göstererek sordum:

 

Bu masa kendi kendine olur mu?

        Olmaz.

        Yani bunu yapan biri var, diyorsun.

        Evet.

       Şu giydiğimiz terlikler ve ayakkabılar da kendi kendine olmaz, değil mi?

       Olmaz.

       Onları kim yapıyor?

      Adamlar.

      Evet, adamlar yapıyor. Biz onlara ayakkabıcı diyoruz.

      Ayakkabı kendisini yapan ayakkabıcıya hiç benziyor mu? Ayakkabıcının ağzı, gözü, kulağı, ayağı, kolu var, yürüyor ve konuşuyor. Ayakkabıya bakıyoruz, kendisini yapan ustaya hiç benzemiyor, ne gözü var ne de kulağı, ne yürüyebiliyor ne de konuşabiliyor, değil mi?

      Evet.

      Basit bir masa ve ayakkabı kendi kendine olmazken, gökyüzünde gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve üzerinde yaşadığımız şu dünya kendi kendine olur mu?

     Olmaz.

     Demek onları yapan, yani yaratan biri var. Kimdir O?

     Allah.

     Evet, dünyayı ve üzerinde yaşayan canlıları yaratan yüksek bilgi ve güç sahibi Biri var ve biz O’na Allah diyoruz. Nasıl ayakkabıcı yaptığı ayakkabıya hiç benzemiyorsa, Allah da yarattığı varlıklardan hiçbirine benzemez. Yemek, içmek, uyumak, bir evde oturmak bize mahsus şeylerdir. Allah, bize benzemediği için bunlardan hiçbirine ihtiyacı yoktur. Allah’ın varlığını biliyoruz, ama O’nu göremiyoruz. Duyularımız, aklımız ve bilgimiz sınırlı olduğu için herşeyi göremez, herşeyi duyamaz ve herşeyi bilemeyiz. Allah melekleri nurdan yarattığı için onları da göremiyoruz.

 

 Çocuklarımızı İbadete ve Duaya  Nasıl Alıştırabiliriz?

 

 Sembollerle düşünme, yani soyut düşünce tam gelişmediği için çocuklar yedi yaşına kadar herşeye inanırlar. Dört yaşındaki bir çocuk için imkânsız diye birşey yoktur, her şey mümkündür. “Dün gece, sen uyurken, gökten bir yıldız indi; seni öpüp gitti” deseniz hemen inanır, bunun mümkün olamayacağını düşünmez. Dört yaşındaki çocuklara ibadetler ve dua çok ilginç gelir, bizi taklit etmeye çalışırlar. Bizimle birlikte namaz kılmak, dua etmek, oruç tutmak, camiye gitmek çok hoşlarına gider. Yemeklerden önce ve sonra Allah’a verdiği nimetlerden dolayı sesli olarak şükretmek, namazlardan sonra yine sesli olarak dua etmek; kendimiz, eşimiz, aile büyüklerimiz ve çocuklarımız için iyi dileklerde bulunmak yavrularımız üzerinde büyük tesir bırakır ve onları Allah’a yaklaştırır.

     Küçük çocukların dil ve zihin gelişimi henüz yeterince olgunlaşmadığı için soruların amacını tam olarak ifade edemezler. Bir gün çarşıda dolaşıyordum. Annesinin kucağında, iki-üç yaşlarında bir erkek çocuğu parmağıyla camiyi göstererek sordu: “Bu ne?” Annesi, “O bir cami,” dedi. Çocuk tekrar sordu: “Bu ne?” Annesi yine aynı cevabı verdi: “O bir cami.” Çocuk istediği cevabı alamadığını anlatmak için yine sordu: “Bu ne?” Anne sesini yükselterek ve kelimelerin üzerine basarak, “O bir cami,” dedi. Anneye yaklaştım, “Hanımefendi,” dedim, “çocuk caminin adını sormuyor; eve benzemediği için ne işe yaradığını soruyor.”

Eğitimci yazar Cezmi Tahir Berktin, Okul Öncesi Eğitim isimli kitabında kendi başından geçen bir olayı anlatıyor:

  “Dört yaşındaki kızım, açlık grevine başlamış gibi, birdenbire yemek yememeye başladı. Bizimle sofraya oturmuyor, ağzına bir lokma koymuyordu. Bütün çabalarımıza rağmen sebebini öğrenemedik. Gece olmuş, yatma saati gelmişti. Kucağıma alıp yatağına götürdüm. Başını okşayarak, ‘Seni seviyorum, yemek yemeyişin beni üzüyor,’ dedim. Ağlayarak boynuma sarıldı: ‘Babacığım, ne olur sen de yeme!’ dedi ve çocuk diliyle sebebini anlatmaya başladı. Meğer eşim, farkında olmadan, bir eğitim hatası yapmış. Her anne gibi, bizim hanım da çocuğun beslenmesini aşırı önemsediği için kızım soruyor:

   Anne, neden yemek yiyoruz?

   Büyümek için.

   Büyüyünce ne olacak?

   Yaşlanacağız.

    Yaşlanınca ne olacak.

    Her yaşlı gibi bir gün biz de öleceğiz.

    Kızım, o küçük mantığı ile, ölümden kurtulmanın çaresini yemek yememekte buluyor. ‘Yemek yemesem büyümem, büyümezsem yaşlanmam, yaşlanmazsam ölmem’ gibi basit bir mantık geliştiriyor.”

     Berktin hocanın da ifade ettiği gibi, biz ne kadar saklasak da çocuk er veya geç ölüm gerçeği ile yüzleşecektir. Çok sevdiği büyükannesi, büyükbabası veya arkadaşı öldüğünde bize sormayacak mı: “Büyükannem (veya arkadaşım) nereye gitti?” Vereceğiniz cevapta ahiret (cennet) inancı yoksa, ayrılık acısıyla dolu o küçük yüreği nasıl teselli edeceksiniz? Omuzlar üzerinde taşınan bir tabutu görüp sorduğunda ne cevap vereceksiniz?

 

 Korkutarak Değil, Sevdirerek Eğitmeliyiz

 

Çocuklar dört-beş yaşına kadar rüya ile gerçeği birbirinden ayıramaz, düşüncelerin ve hayallerin gerçekleşebileceğine inanırlar. Kardeşini kıskandığı ve içinden ölmesini arzuladığı zaman, bunun gerçekleşeceğini düşünerek korkar, suçluluk duygusuna kapılır. Çocuğun yaramazlığından bıkan bir anne, “Beni çok üzüyorsun, bir gün üzüntüden öleceğim” diye yakınsa veya “Allah annelerini üzen çocukları sevmez, cehenneminde yakar” diye korkutsa çocuk bunun gerçekleşeceğini zannederek paniğe kapılır.

   Çocuklara din eğitimi verirken çoğu aileler farkında olmadan korku objesini kullanırlar. Salzman tarafından kaleme alınan ve Yengeç Kitap olarak bilinen bir eğitim klasiğini Çocukları Kötü Eğitmenin Yolları adıyla çevirmiştim. “Çocukları Dinsiz Yapmanın Yolları” başlığı altında şu tavsiyeler yer alıyordu:

  Zorla dua ezberletin, ezberleyemediği zaman cezalandırın.

 Yaramazlık yaptığı zaman Allah’ın onu cehennemde yakacağını söyleyerek korkutun.

 Din adamlarını, dindar akrabalarınızı ve komşularınızı çekiştirin, yaptıkları hataları sayarak gözden düşürün.

 Salzman, çocuklarına söz geçiremeyen beceriksiz bir annenin hikayesini anlatırken de şöyle der: Bu ahmak kadın çocuklarını üç şeyle korkutarak sindirmeye çalışırdı: öcü, baba ve Allah. Çocukları yatmaya zorlamak için, “Yatın çabuk, kapatın gözlerinizi, yoksa öcüler gelir sizi yer,” derdi. Yaramazlık yaptıkları zaman, “Allah annesini üzen çocukları cehenneminde yakar,” diye korkuturdu. Bir suç işleyen veya yalan söyleyen çocuğu tehdit eder, “Baban akşam gelsin görürsün sen, temiz bir dayak ye de aklın başına gelsin,” derdi.

 

        Çocuk eğitiminde davranışlarımız sözlerimizden daha etkilidir.

 

 Namaz kılacağı zaman çocukları odadan dışarı çıkaran anne babalar var. Camide çocuk azarlayan ve dışarıya kovalayan yaşlılar görürsünüz. Sebebini sorduğunuzda, “Yaramazlık yapıp namazımızı bozuyor,” derler. Davranışlarıyla çocukları dinden soğuttuklarının farkında değildirler.

     Bir gün ailece yaşlı bir akrabamızı ziyarete gitmiştik. Hoş beş ve çay faslından sonra sıra namaz kılmaya geldi. Biz namazda iken dört yaşındaki oğlum gelip sırtıma çıktı, kollarıyla boynuma tutundu. İkimiz de buna alışığız. Peygamberimizin çocuk sevgisini anlatırken Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin dedeleri namazda iken sırtına tırmandıklarını, Peygamberimizin buna ses çıkarmadığını, böyle birlikte namaz kıldıklarını anlatmıştım. O günden sonra, kimbilir belki de kendisini Hz. Hasan veya Hüseyin yerine koyarak, ben namazda iken gelip sırtıma tırmanır, elleriyle boynuma tutunur, böylece birlikte secdeye varırız. “Ne yapıyorsun?” diyenlere de “Babamla namaz kılıyorum” der. Biz oğlumla son rekatta iken, namazını bitiren yaşlı akrabamız hışımla çocuğu sırtımdan alıp odadan dışarı çıkardı ve kapıyı kapattı. Bana, “Bu namaz olmadı, yeniden kılacaksın!” dedi. Güldüm. “Yapma Hacı Amca, dedim, Peygamberimizin namazını bozmayan birşey neden benim namazımı bozsun.” Ne demek istediğimi anlamadı tabiî. “Neymiş Peygamberimizin namazını bozmayan şey?” dedi kızarak. Ben de anlattım, ama aklı yatmadı. “Olmaz öyle şey, nereden uyduruyorsun bunları!” dedi.

 

             Çocuklara Cenneti Olan Allah’ı Anlatmalıyız

 

        Bir akşam bir komşumuz telefon etti. “Ali bey, bizim çocuğa bir haller oldu, nazara geldi herhalde, şeytan ağza alınmayacak şeyler söylettiriyor” dedi. “Hayırdır, hele anlat bakayım” dedim. Anlatmaya başladı: “Ah sormayın, benimle birlikte namaz kılan, camiye giden bu güzel çocuğa neler oldu anlamıyorum. Gerçi yaşı daha küçük, dört yaşında, ama söylediği şeyler aklımı başımdan aldı, ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırdım. ‘Ben namaz kılmayacağım!’ diye tutturdu. ‘Olur mu, Allah namaz kılmayanları cehenneminde yakar’ dedim. ‘Ben de onu yakarım!’ demez mi? Şaşırdım kaldım. Aklıma bir hocaya götürüp okutmak geldi, ama gitmeden önce size bir danışayım dedim.”

     Komşuyu dinledikten sonra güldüm.

     Hocaya filan götürmenize gerek yok, dedim, çocuk haklı.

     Böyle bir cevap beklememiş olacak ki, tepkisi sert oldu.

     Ne diyorsunuz siz, Ali bey?

   Küçük çocukları cehenneminde yakan Allah’ı hangi çocuk sever ve içinden gelerek namaz kılar? Çocuğu cehennemle korkutmaya ve Allah’tan soğutmaya ne hakkınız var? Çocuklara cehennemin kapalı olduğunu bilmiyor musunuz? Peygamberimiz buyuruyor ki: ‘Buluğa erinceye kadar çocuktan ve akıl hastasından kalem kaldırılmıştır.’ Çocuğu cehennemle korkutarak hem Allah’a, hem çocuğa haksızlık ediyorsun. Çocuğun tepkisi gerçek Allah’a değil, senin uydurduğun Allah’a. Bu vebalin altından nasıl kalkacaksın?” Çocuk adına çok üzüldüğüm için sözlerim sert olmuştu, bunun farkındaydım, ama kendimi tutamamıştım. Adam bir müddet sustuktan sonra:

 Ali bey, kusura bakmayın, aklım iyice karıştı... dedi. Ben hocalardan Peygamberimizin “Çocuklarınızı yedi yaşından itibaren namaza alıştırın,” dediğini duydum.

 İyi de kardeşim, cehennemle korkutarak alıştırın dememiş ki!..

 Haklısınız galiba... Peki, ne olacak şimdi? Hatamı nasıl tamir edeceğim?

 Çocuğunuzun terapiye ihtiyacı var, gelin de bunu nasıl yapacağımızı konuşalım.

  Baba iyiniyetli ve söz dinleyen biri olduğu için verdiğim tavsiyeleri yerine getirdi ve çocuğun bozulan itikadı kısa zamanda düzeldi.

 

Çocuklarda Ölüm Korkusu

 

 Araştırmalar, okul öncesi çocuklarda ölüm korkusunun çok baskın oldğunu göstermektedir. Öncelikle anne babasının, daha sonra kendisinin öleceğinden korkar. Ölüm korkusunun tek çaresi ahiret inancıdır. Ölümü öldürüp kabir kapısını kapatamadığımıza göre, “Nereden geldik, nereye gideceğiz?” sorusuna cevap bulmak zorundayız. Bu sorunun cevabı da İslâm inancında vardır.

    Bir gün bir hanım okuyucum telefonla beni aradı. Ağlamaklı bir sesle, Ali bey, annemi kaybettik, dedi.

 Başsağlığı ve sabır diledim. Konuşmaya devam etti:

  Annemin öldüğüne fazla üzülmüyorum, iyice yaşlanmıştı, kendini zor taşıyordu. Namazında, niyazında, iyi bir insandı. Çok defa, ‘Allahım beni çocuklarıma yük etme, yatağa düşürmeden emanetini al, beni Hasanıma kavuştur’ diye dua ettiğini duydum. Hasan derken ölen babamı kastediyordu. Babamı üç sene önce kaybettik. Sözü fazla uzatıp başınızı ağrıtmak istemiyorum. Dört yaşındaki kızım için arıyorum. Büyükannesini çok severdi. Annem ölünce, kızımı hemen götürüp teyzesine bıraktım. Annemin hasta olduğunu söyledik, öldüğünü bilmiyor. Uzun süre saklamamız imkânsız, bir şekilde bir yerlerden duyacak veya nereye gittiğini soracak. Ne cevap vereceğimi, nasıl anlatacağımı bilemiyorum; bana yardımcı olun lütfen.

  Tekrar başsağlığı ve sabır diledim.

   Siz inançlı bir insansınız, dedim. Bir-iki gün sonra acınız hafifleyince çocuğunuzu yanınıza alın. Ona büyükannesinin öldüğünü, fakat cennete gittiğini, orada daha güzel bir hayat yaşayacağını anlatın.

 Anne biraz tereddüt geçirdikten sonra:

   Ben de buna benzer şeyler anlatmayı düşünmüştüm, dedi. Ancak, “Büyük annemi bir daha göremeyecek miyim?” derse ne cevap vereceğim?

 -Çocukların sorularına cevap verirken dürüst olacağız. Detaylara girmeden, kısaca, anlayacağı kelimelerle cevap vereceğiz. Nasıl inanıyorsak öyle anlatacağız. İnancımıza göre, ahirette yine biraraya geleceğiz, akrabalık ve dostluk ilişkilerimiz devam edecek. Siz de çocuğunuza bunları anlatın. Büyükannesiyle cennette buluşacağını, yine kendisini seveceğini söyleyin.

   Çocuğun din eğitimini bir makaleye sığdıramayacağımızı siz de takdir edersiniz. Çocuklardan gelen, cevaplamakta zorluk çektiğiniz soruları elektronik posta adresime gönderebilirsiniz; elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağımdan emin olabilirsiniz.

 

 Problem sırasında atılması gereken pedagojik adımlar

 

 Aile toplumun en küçük parçasıdır. Hiçbir anne ve baba, çocuğuna güzel ahlâktan daha başka bir miras bırakamaz. Ebeveynin en önemli vazifesi, çocuğuna iyi bir terbiye ve onları iyi bir şekilde eğitmektir.  Artık çocuk eğitimi, babadan kalma metodlarla yürümüyor. Dayak, bağırıp çağırma, ceza ve benzeri metodlar; çocukları anne, baba ve eğitimcilerden soğutuyor; daha kötüsü, anne ve babanın çocuklar üzerin-deki etkisini azaltıyor. Eski metodlar, çocuğu daha iyiye götürmüyor. Bugün gelişmiş ülkelerde iletişimi esas alan eğitim teorisi itibar görüyor. Çocukla iletişim kurmak ve onu anlamak önem kazandı. Eskiden emreden eğitim teorisi önemliydi. Eğitim anlayışının yeniden gözden geçirilmesi şart.

   Alman Pilozof Prof. Jürgen Habermas, iletişime dayalı eğitim teorisinin savunucularından. İletişim araçlarının ekonomiden başlayarak eski hayat düzenini değiştirdiğini söyleyen Habermas, eğitim alanında yeni teoriler ortaya koyuyor. Bugünün gençleri; emreden, mecbur tutan bir yaklaşımla eğitilemeyeceğini eğitimciler, anne ve babalar artık görüyor, görmek zorunda. Eğitim anlayışımızı değiştirmeye mecburuz. Emreden, cezalandıran sistem artık başarısız. Esasen eğitimde ceza, her zaman sevimsizdir, mümkün oldukça kaçınmak gerekir. En eğitimci olan peygamberimiz (s.a.v) çocukları hiç dövmemiş. Eğitim alanında ödül, her zaman cezadan daha etkilidir, ilgi, iltifat ve takdir, çocuğu olumlu yönde etkiler.

 Başarılı bir yazarın şu cümlesini hiç unutmam: "Hayatta takdir edilme hissi kadar hiçbir şeyin açlığını çekmedim." Sanatçıların alkışlardan neden çok hoşlandıklarını, takdir edilme ve beğenilme duygusu ile açıklayabiliriz. Aynı gerçek çocuk eğitiminde de önemlidir. Çocuk; anlaşılmak ve keşfedilmek ister, ilgi görmeyi ve önemsemeyi arzu eder.Eğitimcilerin yapması gereken en önemli iş, çocuk ruhunun keşfidir. Onları anlamak çok mühim. Çocukların önemsenmesi, duygu düşünce ve isteklerinin dikkate alınması, adam yerine konması çok önemli. Onların ayrı ve önemli birer varlık olduklarını kabul etmemiz lazım. Çocuk ruhunun en önemli ihtiyacı budur.

 

 Önemli Olan Problemi Çözmek

 

 Toplum içinde olduğu gibi ailede de zaman zaman problemler çıkar. Burada önemli olan şudur: "Problem karşısında nasıl davranmalıyız ki onu çözebilelim. Bu arada hem çocuğu kaybetmeyelim, hemde onun ahlâklı ve başarılı bir insan olmasını sağlayalım." Çocuğa zorla bir şeyi kabul ettirmeye çalıştığımız takdirde, çoğu zaman onu kaybederiz. Problemi, çocuğu ciddiye alarak, onunla konuşarak, iletişim kurarak ve onu ikna ederek çözmeyi denemeliyiz. Problemi konuşmak ve çocuğun çözümü kavramasını sağlamak için önemli pedagojik adımların atılması ve eğitim prensiblerine uyulması gerekir. Bu adımlar şöyle sıralanabilir:

      1. Her şeyden önce bir sohbet ortamı meydana getirmeli ve problemi masaya yatırmalı. Problemin anlaşılması sağlanmalı. Eğitim bir çeşit matematik problemi çözmektir. Anlaşılmayan problem, çözülemez.

      2. Çocuğu dinlemeli ve onu anlamaya çalışmalı.

      3. Konuşurken sözünü kesmeli ve gereksiz müdahalelerde bulunmamalı. Ne istediğini ve neden istediğini tesbit etmeli.

      4. Sonra kendi düşüncelerimizi ve tekliflerimizi söylemeliyiz.

      5. Sohbetin dostça bir ortamda, dostça sürdürülmesi şart.

      6. Baba, anne ve öğretmen olmak sohbet sırasında önemli olmamalı. Önemli olan argumanlar, gerçekler, fikirlerdir.

      "Benim dediğim olacak, burada kuralları ben belirlerim, seni ben besleyip büyüttüm, harçlığını ben veriyorum, o halde benim dediklerimi yapmak zorundasın."

      7. Çocuğa zorla bir şeyi kabul ettirmek yerine, birlikte onun beğeneceği bir çözüm üretmek için çaba harcamalıyız. Çözüm üretimine çocuk da katılmalı, onun düşünceleri dikkate alınmalı.

      8. Eğer çocuk, güçlü argumanlar ileri sürer, mantıklı ve tutarlı fikirler söylerse bunları onaylamak ve kabul etmek gerekir. "sen ne anlarsın, senin yaşın kaç? Daha aklın ermez." şeklinde bir tutum takınmamalı. Bu tavır, çocuğu adam yerine koymadığımızı, ona önem vermediğimizi, hatta küçüm-sediğimizi gösterir. Halbuki önemli olan ço-cuktur, onun düşünce ve projeleridir.

     9. Sohbet sırasında çocuğun benimse-yebileceği bir çözüm bulunmalı. Emredici, otoriter bir tavır yerine, danışmanlık ve rehberlik yapan dostça bir tavır takınmak gerekir.

    10. Çocuğun çözüme katılması ve sorumluluk alması sağlanmalı. Çocuk, bunlar bana dikte ettirildi, aslında ben bunları yapmak istemiyorum, düşüncesine kapılmamalı.

 

    En Önemlisi

       Kanaatimce en önemli şey; çocuğa şunları söyelemek ve davranışlarımızla bunu göstermek:

 "Yavrucağım, ben senin dostunum; senin başarılı ve mutlu olmanı istiyorum. Hayat senin, önemli olan sensin. Sen başarılı olsan da olmasan da ben senin yanındayım. Beni her zaman arkanda bulacaksın. Sana her hangi bir şarta bağlı olarak yardım etmiyorum, senden bir karşılık beklemiyorum, seni sevdiğim için yardım etmek istiyorum. Hiçbir anne ve baba, hiçbir öğretmen çocuğu kıskanmaz. Aksine onun kendisinden daha başarılı olmasını ister. Yavrucuğum, ben sadece senin başarılı ve mutlu olmanı istiyorum. Seni seviyorum ve beğeniyorum, her zaman elimden geldiğince sana yardım edeceğim."

 Çocuk eğitimi her zamankinden daha zor hale geldi. Medya, firmalar, mal satmak isteyenler çocuğu müşteri olarak görüyor. Reklâmlarla çocuklar ve insanlar zaaflarından yakalayarak avlanıyor. Birçok malın reklamı çocukları hedef alıyor. Bilgisayarlar, internet oyunları, tv programları çocukların daha fazla dikkatini çekiyor.

 Her şeye rağmen çocuk, anne ve babaya fıtrî bir şekide bağlıdır. Onları kendisinin dostu olduğunu ve kendisi için çalıştırdıklarını bilir. Çocuk eğitiminde motivasyon çok önemli. Çocuğun iç dünyası çok mühim.

 Çocuğumuzu ciddiye almalıyız. Onun duygu ve düşüncelerini öğrenmeliyiz. Makul ve güzel şeyler düşünüyorsa desteklenmeli, illâ da kendi düşüncelerimizi ve isteklerimizi kabul ettirmek için ısrar etmemeliyiz.

 Anne ve baba, öğretmen ve büyüklerin bir hedef belirlemesi yeterli değildir. Önemli olan çocuğun belirlediği hedeftir. Yapılması istediğimiz şeyi, çocuğun istemesini sağlamalıyız. Bu konuda çocuğumuzu konuşarak ikna etmeliyiz.Eğitimci, bir şeyin yapılmasını emreden hükümdar değildir. O dosttur, arkadaştır, rehberdir, yol arkadaşıdır, zora düşüldüğü zaman yardıma koşulan güvenilir bir dosttur.

 

  Çocuğunuzun manevî dünyasına yön vermek sizin elinizde!

 

  Beslenme konusunda eski kuşaklardan daha çok şey biliyor olabiliriz. Öğrenme bozukluklarını tespit etmekle kalmayıp, yeni eğitim teknikleri geliştirmiş olabiliriz. Ebeveynler olarak iyi anne baba olmaya çalışıyoruz ve çocuklarımıza başarılı bir yetişkin olmak için ihtiyaç duydukları her şeyi vermeye gayret ediyoruz. Fakat, tüm bunlara rağmen, yine de, önemli bir noktayı gözden kaçırıyoruz galiba: Çocukların manevî dünyasını.

 Oysa maneviyat kendine güvenin, faziletlerin, ahlâkın ve aidiyet hissinin üzerinde yükseldiği esas temeldir. Hayata yön ve anlam veren odur. Biz çocuğumuz doğduğu anda onunla bir sözleşme imzalamış oluyoruz. Bu sözleşme gereği, çocuğumuzun manevî yeteneklerini anlaması ve bu yeteneklerini akıllıca kullanabilmesi için ona yardımcı olmak durumundayız.

 Bütün çocuklar, kendi dünyaları hakkında içsel bir merakla hayata açar gözlerini. Doğuştan sezgiye açık bir yapıları vardır. Ebeveyn olarak bizler, çocuklarımızın bu kıymetli ruh hallerini sözlerimizle, hareketlerimizle ve dikkatimizle besleyebiliriz. Nerede merak duygusu varsa, orada maneviyat vardır. Öyleyse, anne baba çocuğunun merak duygusunu köreltmeyecek şekilde, hatta onu sürekli kışkırtacak tedbirler eşliğinde yetiştirmek zorundadır.

 Hayatı bir dua, ruhî bir yolculuk olarak yaşarsak, sıradan diye baktığımız her şey mucizeye dönüşür. Gündelik hayatın karmaşasına son verdiğimizde ve çocuğumuzun da zevk almasını sağlayarak küçük anları yüceltebildiğimizde, onların merak ve sezgiye dayalı ruhlarını onaylamış ve beslemiş oluruz.

 “Bu nasıl olacak? Benim hiç zamanım yok” diyen anne babalar, içiniz rahat etsin. O kadar zor değil tüm bu söylediklerimi yapmak. Dışarıda çalışan iki çocuk, üç çocuk sahibi hanımlar, sizesesleniyorum. Benim önerilerim her türlü ailede, her türlü ev ortamında uygulanabilecek basit iş parçalarından oluşuyor. İşte size 5 öneri:

 

1- Çocuğunuzu Dinleyin:

   Çocuklar kendilerine ruh üfleyen Ruh’la teması yeni olduğu için doğuştan bilgedirler. Eğer onların içine doğan şeyleri dinler ve değer verirsek, çocuklarımız ruhlarıyla temas kurma yeteneklerini pekiştirirler. Bir çocuk “Kendimi iyi hissetmiyorum anne” dediği zaman, onunla daha derin bir ilişki kurmanın ve kendisini iyi hissetmemesinin nedenini bulmanın zamanı gelmiş demektir. Çocuğumuzu dinlemek, sadece onun en derin hislerinin onaylanmasına yardımcı olmaz, aynı zamanda bizim de zevkli, kendi iç dünyamızı daha iyi görmemize yarayan ilham verici bir şeyler yaşamımızı sağlar. Ben çocuklardan çok şey öğrendim. Onları dinlemeye vakit ayırın. Akşam çocuğunuz uykuya dalmadan önce, parkta birlikte yürürken, sabah kahvaltıda, sadece ikinize ayırdığınız özel bir vakitte olabilir bu. Tüm konuşmayı kendiniz yapmayın. Onun ne dediğine kulak verin. Emin olun ki, ağzından çıkan sözler sizi çok şaşırtacak.

 

2- Sıradan Olana Anlam Katın:

 Bugünden başlayarak gündelik hayatınıza çocuğunuzla birlikte özel bir anlam katın. Sadece bulaşık yıkamak yerine, sabun kabarcığında yolculuk eden meleği görün. Akşam yemeğinde çocuğunuzla birlikte birkaç tane hurma yiyin. Ruha temas edebilmenin tesirli yollarından biri de müziktir. Çocuğunuzla ruha yükseklik hissi veren müzikler dinleyin. Böylece kısa zamanda çocuğunuz, ruhunu neyin ferahlattığını kavrayacaktır. Apartman hayatı yaşıyorsanız, çocuğunuzun hayal dünyasını beton duvarlar arasında katılaştırmamak için pencerenize konan kuşu gösterin ona. Sık sık dikkatini ağaçlara, yapraklara, göğe, bulutlara ve rüzgara çekin. Onun hayal dünyasından taşırdıklarını, gerçeklik takıntısıyla parça parça etmekten kesinlikle uzak durun.

 

3- Esnek Bir Yapı Oluşturun.

Adı üstünde çocuklar kendi başlarına düzen oluşturamazlar. Dünya onlara tahmin edilemez bir yerolarak görünür. Yaşantınızı iyice gözden geçirirseniz, çocuğunuzun hayatında neyi sıkılaştırıp neyi gevşetmeniz gerektiğini görebilirsiniz. Yedi yaşındaki bir çocuk, “Kendimi bir hapishanede gibi hissediyorum. Herkes bana ne yapacağımı anlatıyor. Servis şoförü bile nereye oturacağımı söylüyor” diyerek bana dert yanmıştı. Buradaki hassas nokta, çok katı olmayan, ama güvenliği de elden geldiğince göz önüne alan, çocuğunuzun rahat hareket edebileceği esnek bir yapı oluşturmaktır. Esneklik, çocuğun maneviyatı kadar şahsiyeti için de çok önemli bir ilkedir. Göreceksiniz, çocuğunuza kendi beklentilerinizi ve sınırlarını açıkça ifade ettiğinizde, her şey daha güven içinde yürüyecektir. Tabii esnekliğe bir parça eğlence de eklemeniz gerekiyor. Bu konuda kafanız çok net değilse, çocuğunuza danışabilirsiniz.

 

4- Çocuğunuz İçin İyi Bir Ayna Olun.

 Siz çocuğunuz için bir aynasınız. O aynada siz gündelik hayat ile maneviyatı buluşturabildiğiniz ölçüde, çocuğunuz için iyi örnek olacaksınız. Yaptığınız ya da söylediğiniz her şey, sahip olduğunuz her tutum ve tavrınız, sesinizin tonu, ifade biçiminiz, bunların hepsi çocuğunuza dünyanın nasıl bir şey olduğu ve sizin onunla nasıl bir ilişki kurduğunuzu anlatır. Çocuğunuzun gözünde dış dünyanın aynası da, sizsiniz. Hatta kendisini de sizin aynanızda görür. Eğer çocuğunuz karşısında ruhuyla rahat ve uyumlu bir ilişki kurmayı başarmış bir ebeveyn görürse, muhtemelen kendisi de öyle olacaktır. Allah ve inançlarınızla ilgili bilgi ve hislerinizi onunla gerektiği ölçüde paylaşırsanız, çocuğunuz bunu kendisine model alacaktır. Çocuğunun Rabbiyle iyi ilişkiler geliştirmesini isteyen bir ebeveyn, bunu önce kendisinde görünür kılmalıdır.

 

5- Her Yeni Günü Yeni Bir Başlangıç Yapın.

 Her yeni günü yeni bir başlangıç yapın. Ebeveyn olarak her yeni güne taze bir başlangıç yapmak sizin elinizdedir. Fakat kendinizi hazır hissetmediğiniz, canınızın bir şeye sıkıldığı zamanlarda, çocuğunuza karşılıksız maneviyat pompalamaya kalkışmayın.

 Ruh her zaman hareket halinde olmaktan zevk alır. Çocuklarımız ve kendimiz için affedici olmak, daima ruhumuzu hareket ettiren ve ona nefes aldıran yaşama gücümüzdür. Dolayısıyla biricikçocuğunuzla birlikte olmanın tadını çıkarın. Onları sıkıca sarın, ruhunuzun sıcaklığını onlara aktarın. Ne kadar biz onlara bir şey öğretiyor gibi görünüyorsak da, asıl onlar bizim öğretmenimizdir. Doğal bir hikmet vardır hallerinde. Onlar bizim unuttuğumuz şeyleri görür ve bize hatırlatırlar.

Değerli anne babalar! Çocuklarınızın ruhlarıyla temas halinde kalmalarına yardımcı olalım. Böylece hem onlar zaman içinde ruhlarını yitirmemiş olur, hem de biz kendi ruhumuzla temas kurmuş oluruz

 

Fazla Baskı Çocuğu Pısırıklaştırır

 Gevşek tutum nasıl zararlıysa aşırı baskıcı tutum da bir o kadar olumsuz sonuçlar doğurur. Çocuklarına karşı baskıcı ve otoriter tutum sergileyen anne-babalar bir şekilde çocuğun kişiliğini hiçe saymış olurlar. Bu tarz davranış modelinde anne-baba, çocuğu kendi dünyalarında yaşattıkları ideal kalıplara sokma niyetinde bulunduğundan davranışlarını sıkı bir kontrol altına alırlar. Onun her türlü davranışına müdahale edilir, sık sık eleştirilir, kendi duygu ve düşüncelerine değer verilmez. Ne de olsa anne ve baba her şeyin en iyisine onun adına karar vermişlerdir. Böyle yaklaşım karşısında çocuk ilk etapta dirense de zamanla boyun eğme eğilimindedir. Duygularına ve isteklerine önem verilmediğini görünce, bunları içinde tutup duygu ve düşüncelerini bastırabilir.

 

Eleştirmek Yerine Bilgi Verin

 Anne ve babanın çocuğu sürekli eleştiriyor olması onu çekingen yapar. Çocuk, attığı her adımda yanlış yapma korkusuna bürünür. Hassas, kırılgan, hastalıklı kişilik yapısına yatkın hale gelir. Aşağılık duygusu üst seviyede, kendine güveni az, pasif, zorluklar karşısında teslimiyetçi ve kendini ifade etmede zorlanan bir yapıya sahip olabilir.

 Çocuk, odasının ışığını açık unuttuğunda, “Sana kaç defa söyledim, ışığı açık bırakma diye” şeklinde azarlamaktansa, “Ayşe, odanın ışığı açık kalmış” şeklinde bilgi verebilir, her türlü olumlu ve güzel uyarılara rağmen kapatmayı unutuyorsa odasının çıkışına, “Lütfen ışığı kapatmayı unutma!” gibi bir not yapıştırabilirsiniz. Ayrıca ‘sen’ dili yerine ‘ben’ dilini kullanarak, “Işığın açık kalması beni çok üzüyor” gibi ifadelerle davranışının sizdeki yansımasını dile getirebilirsiniz. Çocuğu olumlu yönlendirmelerle eğitmenin yollarını aramalısınız.

Çocuğunuza davranış modelinizde baskı ve otorite hakimse onun başkaları tarafından kolayca kandırılabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Zira, anne-babası tarafından sürekli cezalandırılan, suçlanan ve her davranışına müdahale edilen çocuklar, kendisine ait kişilik özelliği geliştiremiyor. Zamanla kim, nereye çekse o yana yöneliyor. Saldırgan ebeveyn tutumu karşısında çocuk korkutulmuş, sindirilmiş ya da isyankâr bir kişilik modeline bürünebiliyor.

 

Küçük notlar

 1- Anne ile baba öyle bir duruşa sahip olmalı ki çocuk, her an onları yanında hissetsin, hem de ebeveynini hiç görmeyerek kendini özgür hissedebilsin.

 2- Çocukların korkak olmaması için, onlara sihirden, büyüden, peri masallarından, Kaf Dağı’nın ardındaki devden, kötü kalpli cadıdan bahsetmeyelim.

 3- Çocuğumuzun inatçılık yapmamasını istiyorsak onun her isteğini yerine getirmeyelim. Zamanla her isteğini almaya alışabilir ve istekleri yerine gelmediğinde inatlaşabilir. Yalnızca haklı isteklerini reddetmeyelim. (Ali Çankırılı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder