MAKALELER

 

  MAKALELER

 

Ailenin çocuğuna olan ilgi ve desteğinin ölçüsü; çocuğun sağlığı, eğitimi, başarısı, aile hayatı ve toplumla olan ilişkilerini etkileyecek kadar önemli bir boyuta sahiptir.
Doğumdan itibaren bebeği ile beraber yaşayan; emziren, büyüten, ninni söyleyerek iletişim kuran annelerin bebeklerinin dil gelişimlerinin daha erken olduğu görülmüştür.

Ailenin çocuklar üzerindeki etkisi onlarla birlikte yaşayıp yaşamadıklarına göre değişmektedir.
Bebeğin öğrenme davranışını kazanmasında da annenin etkili olduğu görülmektedir. Bebek ağladıkça annenin süt vermesi, bebeğin kendi dünyası dışında da varlıkların olduğunu fark etmeye, sezinlemeye başlamasına sebep gösterilmektedir. Bebek ağlamadan annenin süt vermesi; bebeğin ihtiyacını belirtmesine fırsat vermeden bağımlı ve pasif bir kişilik geliştirmesine sebep olduğu ve öğrenme davranışının gelişemediği belirtilmektedir.
Yine çocuğun çevresini fark etmeye başlamasıyla birlikte; ilk taklit, model alma, deneme-yanılma gibi hareketlerle bazı temel davranış kalıplarını ailede kazanırlar. Bu davranış kalıplarını kazanmada özdeşim kurulan model anne, baba, kardeşler ve diğer aile üyeleridir. Eğer çocuklar bizlerin en değerli varlıkları ise, sevmediğimiz alışkanlıkları çocukların yanında yapmamalıyız. Çünkü çocuklar söylenenleri değil, yapılanları taklit ederler.

Çocuğun çevreyi fark etmeye başlaması 2 yaşına doğru iyice belirginleşmektedir. Bilhassa 3-4 yaşlarında oldukça hareketli olup, çok soru sormaktadırlar. Bu dönem; çocuklarda zekanın hızlı geliştiği ve öğrenmeye en çok hazır oldukları dönem diyebiliriz. Yine bu dönem; temel alışkanlıkların, davranışların hızlı öğrenildiği ve kişilik gelişiminin oluşmaya başladığı dönemdir.
Çok dikkatli ve bilinçli davranılması gereken bu dönemde, bazı ailelerin çocuklarına farkında olmayarak yanlış davrandıkları görülmektedir. Çok soru soran, hareketli çocuklar yaramaz, sessiz ve soru sormayan çocuklar ise akıllı çocuklar olarak nitelendirilmektedirler. Bu nedenlerle de çocuklar tarafından sorulan sorular ya cevaplandırılmamakta ya da başlarından uzaklaştırmak için yalan yanlış cevaplar verilmektedir. Hatta bazen de azarlanarak susturulmaktadır. İşte çocukların temel davranışlarını ve kişilik gelişimlerini kazanmaya çalıştıkları bu dönemde yapılan yanlışlıklar, çocuğun yetişkinlik döneminde de etkisini hissettirmektedir.
3-4 yaşlarında çocukların öğrenme merakı ile sordukları sorulara, nasıl olsa anlamazlar düşüncesiyle verilen yanlış cevaplamalar veya susturmalar daha sonra; yaramaz, haylaz, beceriksiz, aman dokunma, sen yapamazsın sözleri ile yetişkinlik dönemine kadar devam etmektedir. Kendi çocuklarımıza yıllarca söylediğimiz bu sözler onlara çaresizliği, yetersizliği, cesaretsizliği, yapamamayı, başarısızlığı öğretmekte ve var olan özel yeteneklerini, gizil güçlerini köreltmektedir.
Çocuğun gelişiminde ve davranış kazanmasında ailenin önemi özetlenmiştir. Çocuk için yeni bir dönem, yeni bir çevre okulla birlikte başlamaktadır. Ailede kazanmış olduğu davranışlar, okulda gelişim dönemleri dikkate alınarak bir program dahilinde ve formal olarak geliştirilmeye devam edilecektir.
Çocuğun okula başlamasıyla birlikte bazı aileler yavaş yavaş çocukla ilgilenme, destek olma, okula gitme, öğretmenle görüşme gibi yapılması gerekli görevleri bırakmaktadırlar. Kimler tarafından ve neden ortaya atıldığı bilinmeyen ve aileyi eğitim sürecinin dışında tutmaya yönelten bir anlam içeren “eti senin, kemiği benim” sözünü sanki ilke kabul etmektedirler. Halbuki modern eğitimde böyle bir sözün yeri yoktur. Eğitimciler olarak bu sözü “eti de bizim, kemiği de bizim” şeklinde söylenmelidir diyoruz. Çünkü aile eğitim sürecinin üç etkeninden biridir.
Eğer çocuklarımız bizim en kıymetli varlıklarımız diyorsanız onlara ilgi ve desteğinizi devam ettirmelisiniz. Eğitimde başarı için hiç kimsenin elinde sihirli bir formül yoktur. Efsanevi bir kurtarıcı da beklenmemelidir. Eğitimde başarı, karizmatik eğitimcilerle de sağlanamamaktadır. Çünkü eğitim çok farklı bir hizmet alanıdır. Modern eğitimde başarı eğitimin amaç, ilke ve yöntemlerini kararlı, devamlı ve planlı uygulayan ekip hizmeti ile sağlanır.
Yapılan araştırmalarda başarılı çocukların genelde eğitimli, kültürlü, ilgili, huzurlu ailelerden çıktığı, başarısız ve problemli çocukların ise; parçalanmış, problemli, ilgisiz, kültürsüz aile ortamlarından çıktığı görülmüştür.
Çocuklarımızın okullarıyla ilişkilerimizi ısrarla sürdürmeliyiz. Dersleriyle ilgilenmeliyiz, ihtiyaçlarını zamanında karşılamalıyız. Verimli ders çalışma konusunda çocuklara ne kadar ve nasıl yardımcı olacağımız hususunda uzmanlardan destek almalıyız. Çocuklarımızın zamanlarını nerelerde ve kimlerle geçirdiklerini izlemeliyiz. Bu izleme dengeli, tutarlı, güler yüzlü, eğitim ağırlıklı olmalıdır. Çocuğa veya gence zarar gelecek bir ortam görüldüğünde açıklayıcı ve inandırıcı örnekler vererek rehberlik yapmalıyız.
Çocuklar farklı gelişim dönemlerine girdiklerinde ergenlik dönemi gibi davranışları farklılaşabilir, ders başarıları
düşebilir. Bu dönemler geçici dönemlerdir. Endişe ederek tutum ve davranışlarımızı değiştirmemeliyiz. Eğitimde sonuç odaklı değil süreç odaklı düşünmeliyiz.

Sevgili anne ve babalar!
Eğitimde sonuçları sınavdan sınava konuşmak, hep sonuçları tartışmak yapılan yanlışlıkları düzeltmemektedir. Çocuklarınızın varolan kapasitelerinin değerlendirilerek uygun programlara ve mesleklere yöneltilmesini sonuç olarak başarılı olmalarını istiyorsanız, okulumuza ve çocuklarımıza olan ilgi ve desteği hemen iki katına çıkarmalısınız. O zaman hep birlikte çocukların okulun ve ilin, arzulanan başarıya ulaştığını görebiliriz.

 

AİLELERİN GÖSTERMELERİ GEREKEN DAVRANIŞ ÖZELLİKLERİ

1. Çocuklardan yaşlarının üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Çocuğa zaman tanıyın. Davranış kazanma belli bir sürece dayanır. Onları aşağılamayın, başkalarının yanında onları kırmayın; unutmayın ki onlar da bir gün sizi başkalarının yanında güç duruma düşürebilirler.

2. Öğretmenlere yöneltilen “eti senin kemiği benim” deyimini bugünkü şartlarda ele aldığımızda aileyi eğitim sürecinin dışında bırakmaktadır. Oysa ki bugün bu deyimin “eti de bizim kemiği de bizim” şeklinde düşünülmesi daha doğru olacaktır.

3. Anne ve babadan birinin ölümü veya ayrılmaları gibi durumlarda genç daha duygusal ve alıngandır. Bu tür ortamlardaki aileler gençlere daha sıcak, sevecen ve bir arkadaş gibi davranmalıdırlar. Aksi durumda başarısızlık, davranış bozukluğu ve suç ortamlarına bu tür gençler daha sık yönelmektedir.
4. Kişiliğin oluşmasında en önemli etken ailedir. Anne-baba-çocuk üçgeninde sevginin özel bir yeri vardır. Çocukla bütünleşmek, onu anlamaya, tanımaya çalışmak gerekir. Bunu yaparken kendi çocukluğumuzdaki olumsuz davranış ve alışkanlıkları, aile ortamında tekrar etmemeye özen göstermeliyiz. Çünkü beğenmediğimiz bu davranış ve alışkanlıkları olduğu gibi kendi çocuklarımıza aktarmış oluruz. Çocuklar söylenenlerden çok davranışları taklit eder ve etkilenir.

5. Eğer çocuklarımız ve gençlerimiz bizim en kıymetli varlıklarımız ise onları koruyalım. Çocuklarımızın arkadaşlarını, gittikleri eğlence yerlerini, katıldıkları grupları, evde nelerle meşgul olduklarını lütfen izleyelim. Bu izleme dengeli, tutarlı, güler yüzlü, eğitim ağırlıklı bir izleme olmalıdır. Çocuğa veya gence zarar gelecek bir ortam görüldüğünde, ona açıklayıcı örnekler verilerek gerekli rehberlik yapılmalıdır. Bu tür izlemelerde, dayak, baskı, kötü davranma çocuğun ve gencin kötü ortamlara girmesini daha da kolaylaştırır.

6. “Sen aptalın birisin”, “Ne zaman akıllanacaksın?” demek yerine, “yaptıklarına biraz daha dikkat et”, “bu davranışların seni toplumda ve arkadaşlarının yanında küçük düşürür” vb gibi açıklamalar yapılmalıdır.

7. Ayrıntılar üzerinde gençlerle sürtüşmemeye anne ve babalar özen göstermelidir. Giyim, kuşam, oturuş, kalkış, sakarlık gibi konular üzerinde çok durmak, hemen her davranışı eleştirmek, uyarılar ve öğütlerle genci bunaltmak, gencin bu davranışları ısrarla yapmasına neden olur.
8. Çocuğunuza haksız davrandığınızda ona açıklama yapmaktan çekinmeyin. Özür dilemek, aileye olan sevgiyi azaltmaz, daha da yaklaştırır.
9. Anne ve babalar kendilerini erişilmez biri olarak göstermemelidirler. Çünkü çocuklar anne ve babalarının yanıldıklarını görünce üzülürler.
10. Sizin çocuğunuz da olsa her çocuk farklı bir kişisel özelliğe sahiptir. Bu sebeple anne ve babalar çocuklarını tanımaya çalışmalı, onların hangi alanda başarılı veya başarısız olduklarını bilmelidir.
11. Çocukluk ve ergenlik çağında, dayak tehlikeli ve geri tepen bir silahtır. Bu yöntemi çok kullanan ailelerin çocuklarında itaatsizlik, saygısızlık çok fazladır. Gençlerin bazı davranışları karşısında anne ve baba kendini öfkelenmekten alamaz ve bu durumda öfkesini çocuğun kişiliğine ve karakterine zarar verici sözler söyleyerek dindirir. Böyle durumlarda, çocuğun kişiliğine hakaret edilmemeli, hatalı hareketi açıklanmalıdır.
12. Çocukların hatalı bir davranışını gördüğünüzde onu suçlamadan ve ceza vermeden önce yaptığı davranışın nedenlerini anlamaya çalışın.
13. Bazı aileler sosyal ve ekonomik hayatta karşılaştıkları birtakım zorlukları ve sıkıntıları, hayatın gerçeklerini ve zorluklarını öğrenmeleri için aşırı ve abartılı ifadelerle çocuklara aktarırlar. Ancak bu yaklaşım çocukları hayattan korkma, sorumluluk almamama, endişe, karamsarlık, yaşamayı sevmeme gibi davranış bozukluklarına itebilir.
14.
Bir kısım anne ve babaların “ben gençliğimi yaşamadım, varsın çocuğum özgür bir şekilde istediğini yapsın” tarzındaki düşünce ve davranışları bir ezikliğin ifadesidir. Çocuk ve genç yaşadığı çevrede, topluma uyum sağlayabildiği noktada ilişkilerini geliştirebilir, bu davranış da, okul, aile ve çevre üçgeninde, eğitimle kazandırılabilir.
15. Toplumun davranış normları 3 boyutludur; öğrenilir, inanılır ve yaşanılır. Bu üçü arasında çelişki yaşandığında, davranış bozuklukları ortaya çıkar.
16. Evde anne ve babadan birinin çok kısıtlayıcı, diğerinin hoşgörülü olması gibi tutarsız disiplinler kadar, bir gün hoşgörülü olduğu bir konuda, bir süre sonra, çok sınırlayıcı olması, çocuklarda davranış bozukluklarına yol açabilmektedir. Çok ağır disiplin kuralları ile çok gevşek disiplinlerin etkisiz kaldığı görülmüştür.
17. Çocuğa karşı aşırı ilgi, sıkı kontrol ya da aşırı ilgisizlik, vurdumduymazlık; çocuğu yalan söyleme, hırsızlık, pasiflik ve aşırı saldırganlık gibi olumsuz davranışlara sürükler.
18. Davranış bozukluğu; gençteki yetersizlik, önemsizlik ve değer duygusu eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, öğretmenler, anne ve babalar gence değer verdiğini, önemsendiğini fırsatlar oluşturarak hissettirmeli ve inandırmalıdır.
19. Çocuklarla ilgili bir karar verilirken onların da görüşlerini almak, alınan kararları benimsemelerine yardımcı olacaktır.
20. Çocuklarımıza, onları koşulsuz sevdiğimizi, onlara değer verdiğimizi ve güvendiğimizi sık sık dile getirmeli ve bu duygularımızı davranışlarımızla göstermeliyiz.
21. Çocuklarımızı kardeşleriyle veya başkalarının çocuklarıyla kıyaslamamalıyız. Bu tür tutumlar kıskançlığa neden olabilir.
22.
Tekrarlanan olumsuz davranışları cezalandırmak yerine nedenlerini araştırarak olumsuz davranışları olumlu davranışlara çevirebiliriz. Örneğin yalan söyleyen çocuğa öykü yazdırmak, saldırgan çocuğa spor yaptırmak gibi.
23. Ailede hoşgörülü davranış sergilenmesi, çocukların bağımsız gelişmelerine yardımcı olur. Ancak; aileler çocuklarına karşı aşırı hoşgörülü davranırlarsa onların topluma uyumlarını güçleştirebilirler. Aşırı hoşgörü gençlerde sorumluluk duygusunun gelişmesini olumsuz etkiler. Bu konuda yapılan bir araştırmada; aşırı hoşgörülü ailelerin çocuklarında; içki, sigara ve uyuşturucu kullanımının diğer aile çocuklarına göre daha fazla olduğu görülmüştür.
24. Yalnız kalma ergenlik döneminin özelliklerindendir. Ancak; genç devamlı ve uzun süreli olarak odasına çekiliyor ve ailede olup bitenlerle ilgilenmiyorsa anne ve baba çocuklarının bir sorunu olabileceği ihtimali üzerinde durmalıdır.
25. Devamlı eleştirilen bir çocuk; kınama ve ayıplamayı, intikam ortamında yetiştirilen çocuk; kavga ve şiddeti, alay edilerek yetiştirilen çocuk; sıkılıp utanmayı, utanç duygusuyla eğitilmişse; kendini suçlamayı öğrenir.
26. Hoşgörüyle yetiştirilen çocuk; sabırlı olmayı, destek vererek yetiştirilen çocuk; güven duymayı, övülerek yetiştirilen çocuk; taktir etmeyi, saygı gösterilerek yetiştirilen çocuk; adil olmayı, güven ortamında yetiştirilense kendinden emin olmayı öğrenir.
27. Anne-babalar hangi konuda olursa olsun çocuklarını duygularını dile getirmelerinde onlara yardımcı olmalıdır.

Salim ARSLAN Yozgat Rehberlik Ve Araştırma Merkez Müdürü.




 Anne Baba Sorumluluğu


Çocuğun en mutlu olduğu yer kendi ailesidir. Annenin şefkati, babanın sevgisi, kardeşlerin desteği çocuğa doyumsuz bir huzur verir. En olumsuz bir aile, ailesizlikten daha iyidir. Çocukların başarısı ve toplumun huzuru için aile desteklenmelidir." (Niyazi Birinci)

   Çocuğun sağlıklı yetişmesi, düzenli bir eğitim alması ve hayatında başarılı olması için, huzurlu bir aile ortamına ihtiyacı vardır.

  Aileyi bir bütün olarak kabul edersek, aile fertleri de bu bütünün vazgeçilmez parçalarıdır. Parçalarla bütün arasında ahenkli bir ilişki olabilmesi için anne baba ve çocukların karşılıklı olarak sevgi ve saygı ortamı içinde buluşmaları gerekir. Bazen de bu huzurlu birlikteliğe; anneanne, babaanne ve dedeler de iştirak eder.

  Anlamlı bir aile bütünlüğünü sağlamak için özellikle anne baba ve çocuklar arasında sevgi duygusu yoğun bir şekilde yaşanmalıdır. Yalnızca anne babanın çocuğunu sevmesi yeterli olmamakta, birbirlerini sevip saymada çocuklarına örnek model oluşturmaları da gerekmektedir.Anne, baba ve bütün aile fertlerinin tavır ve davranışları çocuk için ideal örneklerdir. Çocuk bu hareketleri benimsemeye çalışır. Bu sebeple anne baba ve aile fertlerinin, çocuğun kişilik ve karakter gelişimine etkileri çok fazladır. Anne baba çocuğun nasıl olmasını istiyorlarsa, önce kendileri öyle olmak zorundadırlar.Çocukların düzenli eğitim almalarında ve onların istenilen biçimde yetiştirilmelerinde aile fertlerinin ayrı ayrı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluğun büyük bir kısmını anne ve baba üstlenir. Babaanne, anneanne ve dedeler ise zaman zaman bu sorumluluğa ortak olurlar. Ailedeki diğer büyük kardeşler de, çocuk eğitiminde bu sorumluluğu paylaşan diğer bireylerdir.

   Çocuk eğitiminde ayrı ayrı sorumluluk alan aile fertlerinin ne gibi görevleri vardır? Bunları ana hatlarıyla şöyle ifade etmek mümkündür:



Annenin Görevleri



Çocuğuna, anne rahmindeyken kanını, bedeninin sıcaklığını, doğumdan sonra sütünü veren, temizliğini, bakımını ve beslenmesini üstlenen anne, çocuk eğitiminin en ağır, en yorucu ve en zor bölümünü üstlenir. Allah'ın kendisine verdiği sevgi ve şefkat hissiyle bu inanılmaz fedakârlığı büyük bir hazla yerine getirir.

   Bütün bu olağanüstü fedakârlığa rağmen yine de yapması gereken önemli görevleri vardır.

  1) Çocuk yetiştirmeyi, bilimsel yollarla yapması için, annenin bu konuda kendini yetiştirmiş olması gerekir.

  2) Anne, çocuk gelişimini çok iyi bilmeli, yemek, uyku, temiz e sağlık kontrollerini iyi takip etmeli ve zamanında yapmalıdır.

  3) Anne çalışan bir kadınsa, çocuğunun 0-3 yaşlan olduğu zamanda çalışmamayı tercih etmelidir. Çünkü çocuğuyla bu üç yıl içinde kuracağı fizyolojik temas ve duygusal ilişki, onunla bütünleşmesi ve çocuğun sağlıklı gelişimi yönünden çok önemlidir.

  4) Eğer çalışmak zorundaysa, eve geldiğinde onunla yeteri kadar ilgilenmesi gerekir. Ayrıca, hafta içinde beraber olamadığı çocuğunun bu ayrılığını, hafta sonu telâfi etmesi lâzımdır.

  5) Anne, her şeyden önce çocuğunun bağımsız bir varlık olduğunu kabul ederek, ona baskı yapmadan, sevgi ve şefkat duygularını aşılarsa, güzel duyguları çevresine dağıtan, hayatı seven, mutlu çocuklar yetiştirmiş olacaktır.

  6) Başarılı bir anne-çocuk ilişkisinde, anne, çocuğuyla arkadaşlık eden, sabırlı, hoşgörülü, yerli yerinde uyarılar yapabilen, hataları güzel bir iletişimle ortadan kaldırmaya çalışan bir anlayış ve uygulama içinde olmalıdır.

  7) Anne, çocuğunun yerine çalışmak, kendini siper etmek yerine ona destek olmayı bilmelidir.

  8) Anne, çocuğunu kendini koruyacak biçimde yetiştirip, onun üzerindeki koruyucu ve kollayıcı olma özelliğini en aza indirmelidir.

  9) Anne, çocuğunun yaşantısından haberdar olmakla birlikte onun özel bir yaşantısı olabileceğini kabul etmelidir. Çocuğunun hatıra defterini okumak, özel konuşmalarını dinlemek doğru değildir.

  10) Ona yakın olmalı, saygı duymalı, davranışlarını desteklemeli ve cesaret vermelidir.

  11) Anneler her şeyin en iyisini kendilerinin bildiğini zannet-memeli ve daha sağlıklı çocuklar yetiştirmek için kendilerini çok yönlü geliştirmelidirler.

    Kısaca anne, çocuk sevgisinde ve şefkatinde anne gibi olmalı, ama çocuk eğitiminde öğretmen gibi davranmalıdır.

 

Babanın Görevleri


     Baba ve çocukta karşılıklı olarak sevgi ve saygı ancak bu şekilde gelişebilir ve ancak bu şekilde çocuk, mutlu, başarılı, huzurlu, kendine güvenen, sorumluluğunu bilen, sağlıklı bir kişiliğe kavuşabilir.

Hiç kimse iyi bir baba olarak doğmaz. İyi baba olmak; sevgi, deneyim, sabır ve bilgilenme işidir. Babalık yaşantısı, eşinin hamile olmasıyla başlar. Bu dönemde baba adayı, doğum öncesindeki gelişimi adım adım eşiyle birlikte izler. Eşini gerginleştirecek ortamı oluşturmamaya özen gösterir. İşte babalık sorumluluğu da böylelikle başlamış olur.

 

Babanın görevlerini ana hatlarıyla şöyle belirtmek mümkündür:

 

1) Baba, ailede otoriteyi temsil eder. Ailenin sevk ve idaresi baba tarafından yapılır. Ailede çocukların neleri yapıp, neler den sakınacakları baba tarafından öğretilir. Babanın bu rolü çocuk eğitimi açısından çok önemlidir. Bu otorite ne çok fazla ve ne de az olmalıdır. Fazla baskı gelişmeyi önler.

 

2) Babanın davranışları ile çocuk çokşeyler kavrar. Baba otoritesi ile çocuk hürriyetin anlamını anlar, değerini öğrenir. Baba otoritesi aynı zamanda toplumun kurallarını temsil eder. Bir takım yasaklar koyar, çocuk bu yasaklara karşı hareketlerini düzenler. Böylece hem hürriyeti, hem de yasakları tanımış olur. İkisi arasındaki farkı öğrenir. Karşılaştırma yapma imkânı bulur. Kısıtlandığı hallerde hürriyetin değerini kavrar.

 

3) Babanın otorite sahibi olması onun kırıcı ya da tahakküm edici olmasını gerektirmez. İyi bir baba çocuklara sevgi gösterirken, öte taraftan eğitim için lâzım olan sertliği de gösterir. Bu davranışların dozu çok önemlidir. Bir ilâç gibidir; dozu aşırıya kaçan ilâç hastaya şifa olmadığı gibi çocuğa karşı hareketlerimizde aşırıya varan sert tutumlar ileride daha büyük problemlerle bizi karşı karşıya getirir.

 

4) Baba otoritesi fazla olduğu zaman özellikle hassas yapılı çocuklar bundan zarar görebilir. Hassas ruhlu çocuklar genellikle her şeyi düşünebilen, üstün zekâlı ve duygulu çocuklardır. Baskılardan dolayı bunlar genelde içe dönük bir kişilik geliştirmişlerdir. Bu nedenle onlar daha çok yardıma muhtaçtırlar. Bu çocuklar sert otoriteye sahip babanın davranışlarını unutmazlar, onları yıllarca hatırlarlar. Babaların buşekilde hareketleri kişiliğin oturduğu ergenlik çağında tehlikelidir.

 

5) Baba, çocuğun her yaştaki ilgi ve ihtiyaçlarını bilmeli ve hareket ve tutumlarınıbuna göre ayarlamalıdır. Bu sebeplerden dolayı baba bilimsel bir eğitime sahip olmalıdır. Böyle bir eğitimden yoksunsa çocuğun hareketlerini kendi çocukluk davranışları ile karşılaştırmaya çalışmalıdır.

 

6) Baba, çocuğun eğitiminden ve yetiştirilmesinden birinci derecede sorumlu bir kişidir. Baba, her şeyden önce çocuğun büyüme, gelişme ve kişilik kazanmasında önemli görevleri olduğunu bilmelidir.

 

7) Baba, gerektiğinde çocuğuyla ilgilenmeli, onunla müzeye, tiyatroya, sinemaya, balık tutmaya giden bir arkadaş olmalıdır. Gerektiğinde çocuğuna yapabileceği basit görevler vererek, on da kendine güven ve sorumluluk duygularının gelişmesine katkıda bulunmalıdır.

 

8) Baba, çocuğunun sorularını bıkıp usanmadan cevaplandıran, onunla sohbet eden bir arkadaş olmalıdır. Babanın çocuğuyla ortak faaliyetlerde bulunması, boş zamanını birlikte değerlendirmesi sayesinde çocukla baba birbirlerini daha yakın dan tanıma ve daha fazla

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder